31 Aralık 2014 Çarşamba

Yüzelliikinci gün

Bugün yılbaşı Kurabiye. Yani yılın başı yarın aslında da, bugün eskisinin ucundan tutup yol verme günü. Sen kucağımda heybedesin şu an, kafana kafana bilgisayar şeysileri gelmesin diye böyle yazmasam iyiydi, ama seni indirmek de istemedim, gelmişken yazmadan geçmek de istemedim.

En son sen içimde yokken aslında pardon sen hastanedeyken attığım göbeklerden attım sen kucağımdayken. Heyt be, dedim. Hayat sen nelere kadirsin, şahitsin, yol verensin dedim. Geçen sene bugün, benim babaannem senin de büyük babaannen yoğun bakımdaydı Kurabiye. Onu son kez bu akşam gördük geçen sene. Yeni yılın ilk gününde de kaybettik onu. Ve bu yıl sen kucağımdasın. Bir yılda neler olup bitmiş görüyor musun. Garip değil mi, çok garip hem de çok Kurabiye.

O yüzden, hep yarın ölecekmiş gibi yaşamamız lazım. Vakit hep dar unutma. Sevdiğini, niyetini, dileğini hep söyle bir çırpıda. Yavaş gel, diyenler olabilir. Annem öyle öğretti, dersin. İçimde tutacağıma dememi söyledi bana, dersin.

Yolun açık, ömrün uzun, günlerin renkli, kalbin hep huzurlu, hep yeni şeylere hevesli, heyecanlı olsun. Yarın hep bir acak ecekle gelsin sana. Benim az yaptığım ne varsa, ya da yapmadığım, tatmadığım; sen gör, tat, dene, at kenara sevmediğini, emi Kurabiye...

Sen, hepimizden "daha" ol emi Kurabiye güzelliklere, iyiliklere.

Kucağımda, kolumda, yanımda nice yılların olsun. Hadi sevenlerin hepsinin olsun ondan, babanın, dayının, babaannenin, ananenin, dedelerinin, foturaflarına vurulan nice teyzelerinin, teyzelerin minik çocuklarının, çocukların minik hayvan dostlarının.

Uykuların rüyalara açılsın güzelim...

29 Aralık 2014 Pazartesi

Yüzellinci gün

Bugün dayın asker oldu Kurabiye, ben de üst solunum yolu enfeksiyonu raporlu. Seni büyütebilmem için hasta olmam gerekiyordu, dayının da devlete para vermesi gerekiyordu. İki sorun aynı gün halloldu bak. Askerlik mi ne demek, o derse seninle çok sonra geleceğiz.

Dayının kucağına verdim bugün ilk defa seni, çok sevmiş, kokun gitmemiş burnundan. Senin büyümen, bizim yaşlandığımızı hatırlatıyormuş en çok. Çünkü sen büyüyorsun günbegün, ama biz büyümüyoruz Kurabiye. Ya yerimizde sayıyoruz, ya da küçülüyoruz, saçlarımız beyazlıyor, dişlerimiz bozuluyor, ama pantolonlarımız kısa, bluzlarımız küçük gelmiyor hiç.

Yine de sen büyü Kurabiye. Biz bir yerler buluruz ilişecek...

28 Aralık 2014 Pazar

Yüzkırkdokuzuncu gün

Bugün dayın geldi kuzeyden. Kuzeyden deyince çok gizemli oluyor, dayın şu an Norveç'te yaşıyor, çalışıyor, büyüyor. Oralardan geldi seni görmeye. Senin, bizim şekilli foturaflarımızı çekti. Senin ayaklarını zaman zaman birazcık üşütmek pahasına çeşitli kreasyonlar giydirdim. Çok ama çok cici oldun foturaflarda Kurabiye.

Sonra dışarı çıktık dayıyla biraz, seni babaya bırakıp. Hesapta zamanı gelince biberondan içecektin sütü, içmemişsin. Kaideli adamsın, o süt memeden içilecek arkadaş, diyorsun. Uyumuşun, kalkmışın, ama yine içmemişin. Kendine has zevk ve tercihlerin olmasına yorarsak güzel, seni emdiğin müddetçe hiç uzun süreli -uzun dediysek iki saatten uzun- bensiz bırakamayacağımı düşünürsek hafif korkutucu bir durum yani.

Sonra ben geldim emzirdim seni, kolumda uyuyacaksın, ya giderse telaşıyla mı, uyusan tadını, keyfini kaçırıcan diye mi bilmiyorum, dalıp dalıp uyandırdın kendini kafanı silkeleyip geriye doğru. Hepsine tamam, dedim. Senin hepsi, al bakalım nasıl istersen, dedim. Foturaflarda bu kadar şirin çıkan bir çocuk, hiç kötü olamaz, dedim. En şekillisini bastırıp odana asmayı düşünüyorum ki; senin ağlama, benim sinir nöbetlerimde ona bakıp, hatırlayayım bu hallerini, kendimi soğutayım.

Ömrün uzun, ağlamaların küçük, gözlerin hep ışıl ışıl olsun Kurabiye...

27 Aralık 2014 Cumartesi

Yüzkırksekizinci gün

Sana bugün bu şarkıyı dinlettim kucağımda. Dinledin gibi geldi bana, sonra rica ettim babandan bir daha çalsın diye....



Sonra bir duygusallıktır aldı yürüdü. Hani hormonlardı, hamilelikti, lohusalıktı. Hepsi uçtu gitti, şimdikini de emziriyoruz ayağına mı bahaneleyeceğiz, bilmiyorum. Mırıldanıyorsun gibi geldi, keyiflenmişsin gibi geldi. Sonra ben yürüttüm senelerce seni. Büyüttüm, sevdirdim, ağlattım, kavga ettirdim. Seni üzebilecek türlü üçüncü şahıs geldi aklıma. Neden severiz hafif içli şarkıları, bir yerlerde yer etmiş, şekil yapmış acıları çağrıştırdığı için. Üzerine gülüp geçeriz genelde bir süre sonra, çocuktuk deriz, ne günlerdi deriz. Şimdiki aklım olsa, deriz. Deriz de deriz.

Ama içimi kapladı bir hüzün, gözlerim doldu. Seni üzecek onlarcası geldi aklıma. Sonra dayın geldi ta küçücükten. Onu oyuna almamıştı acımasız çocuklar apartmandaki, o oynamasın diyorlardı ben ablalarıyla oynarken yan taraflarında. Dayı şaşkınca bakıyor onlara ve üsteliyordu oyuna dahil olmaya. Oynamasın, diyordu yerden bitme ele başısı.  Eve gidip ağlamıştım ben hüngür hüngür. Ananen anlamadı, nedir bu haller dedi, inanmadı bana, başka neden aradı. Ama yoktu işte, dayının oyuna alınmaması, yok yere alınmaması, yerden bitme bir sarı kafanın anlamsız ısrarı ve benim elimden bir şey gelmemesi ve mahzunlaşan dayın, o saçma oyun için mahzunlaşan dayın ağlatmıştı beni.

Eyvah dedim, sen kucağımdayken. Kurabiyeye de olacak, hem de onlarcası. N'edeceğim ben, dedim. Ağlamakla biter mi ömür, dedim. Dayına yeni yeni diyebildiğim "koyun bacak" mı derim, dedim. Kendi yavruma hayatta da diyemem, dedim. O ağlayacak beş para etmez adamlar, kadınlar, çocuklar, delikanlılar, it minibüs şöförleri yüzünden geçen günkü gibi, ben çaresizlikten duvarlara vuracağım, dedim.

Şarkı, vurmayın yüzüme kar taneleri, dedi; sen gülümsedin kucağımda mırıldanıp. Ben yirmiküsür yıl geriye ve sonra onküsür yıl ileri gittim. Ağlamış bulundum.

Seni çok sevenler olacak Kurabiye. İhtiyaç duyduğunda, seslenmesini, dönmesini bil, olur mu bizlere. Yoksa zaman kötü, şarkılar çok, kar taneleri bembeyaz senin gibi. Sen bizi bulmasını, bize güvenmesini bil.

Öptüm seni banyolu boynundan...

26 Aralık 2014 Cuma

Yüzkırkyedinci gün

Bugün TSH tahlilin için hasteneye gittik yine seninle. Senden önce bir bebeğin-bir buçuk aylıkmış- kanı alınıyordu. Hafif göbekli bir kadın, kırmızı gözlerle dışarı çıktı bebek susmayınca. Sizin bebeğiniz mi, dedim bugüne kadar annelere, bebeklere, ağlamalara dair bildiğim her şeyi birleştirip. Evet, dedi. Dayanamadığı için çıkmış dışarı, anane tutuyor bebeği içeride. Geçecek merak etmeyin, dedim senin elini tutup. Geçince hiç hatırlamıyorlar, hemen susuyorlar, dedim. Bir sürü iğne batırttık ya sana, biliyoruz o kadarcık. Hı hı dedi kadın kibarca, telefonunu alıp uzaklaştı sonra. Kesmedi benim züğürt tesellim, kocasını aradı, ona ağladı telde. Gülümsedim, çünkü ben de ağladım Kurabiye. Senin göz kontrolün sonrasında doktorun gözünün içine de baka baka ağladım hatta, o bir ton açıklama yapıp kağıt mağıt gösterirken hem de.

Sıra sana geldi sonra, azıcık ağladın sen dudaklarını büzüp. Geçen defa kanını alan hemşire var idi yine. Hani sana bakıp, a bu gerçekten iki aylık mı diyen. Bu defa sevdi seni, senin adın bundan sonra Özgür Willy olsun, dedi. Çok seviyormuş o filmi. Yani, Kurabiye olmuşun, bir Özgür Willy de olursun herhalde, kırmazsın, değil mi.

Çıktıktan sonra telimi bulamadığımı farkettim, yaşlı bir amca bekleme koltuklarında bulmuş, hemşireye teslim etmiş sağolsun. O dalgınlık-yani aslında afadersin dünden kalan uykusuzlukla canımcım- teli kaybedebilirdim, ama iyi insanlar var etrafımızda işte ne güzel. Tel geldi elime, şifre girin lütfen, dedi hemşire. Güvenlik için rica ediyoruz, diye ekledi. Şifresi yok ki dedim, telin benim olduğunu nasıl ispat ederim, isim söylerim hop numarayı ezbere derim filan gibi numaralar düşünüyordum ki, kilit ekranında ikimizin fotoğrafı belirdi ben açınca. Ahanda bakınız, biziz, dedim. Yanime sen, en ileri güvenlik taktiklerinden daha etkili, on numara bişi oldun Kurabiye.

Renkli günlerin, unutulmaz zamanların, fıldır fıldır bakışların olsun e mi...

25 Aralık 2014 Perşembe

Yüzkırkaltıncı gün

Aradan yine günler geçmiş. Halbuki sana not düşecek şeyler olmuş idi. Çekip çıkarmaya çalışalım bakalım.

Biraz benlik belki bir kısmı. Geçen gün ilk defa seni bırakıp, yani babana emanet edip karşıya geçtim ben. Türlü duygu benimle oluyor tabi bu saatlerde. Suçluluk, aklın sende kalması, ağladı mı, yaygarayı bastı mı telaşı vs. Noldu sonra, minibüste, o babanın çok sevdiği halk minibüslerinde kavga çıktı. Bana denk gelmez sanırdım ama geldi işte, geliyormuş demek ki. Kan çıkabilirdi kavgada. Dedim ki, bu memlekette oğlan çocuk büyütmek zor iş, ki kız çocuğu düşünemiyorum bile. Sonra bu kaygımı güzel saçlı teyzene açtım. O da dedi ki, hele seninki bir kundaktan çıksın, sonra düşün sen bunu. Birazcık erteliyorum şimdilik ama kurt düştü işte içime. Buraları hiç görmesen, bir sahil kasabasında ya da orman köyünde mi büyüsen. Oraları sansan yuva, daha iyi olur mu acaba hepimize.

Karşıya geçince, oraları aslında pek de özlemediğimi farkettim. Elli santim boyunla her şeyi, her şeye bakışı bunca değiştirebilmene şaştım. Evde beni bekleyen bir şey var, dedim. Gitmeliyim, dedim. Babana tatlı aldım, kendimi doyurdum, döndüm. Ki o dönüş, trafiksiz bir saatte yarım saat sürebilecekken, o akşam birbuçuk saat sürdü. Yoruldum anlayacağın Kurabiye.

Sonra yetmedi, dün akşam da güzel saçlı teyzenle sinemaya gittik baban sağolsun. Sen de daha uslu durmuşun bir gece önceye göre. Sinemaya gitmeyi özlemişim ama bak. Demek ki, bir şeylere ya da çok şeylere ara vermenin iyi yanı, neyi çok sevdiğini daha iyi anlamanı sağlaması imiş. Alkol özledim bir de çok mezeli, ama bunu biliyorsun zaten. Seni gündüz vakti Karaköy'e rakıya, biraya götürme hayalim bundan ileri geliyor. Endişem, senin alkol alma yaşların geldiğinde benim alkol almama yaşlarımın gelecek olmasında, umarım öyle olmaz. Neyi çok istediysem oldu benim hayatımda, bu da olur inşallah diyelim. Rakıyı inşallaha bağlayalım mı çarpacağı olmayan Allah baba bile bir sarsalasın şöyle şu kadını...

Seni tanımayan esnaf kalmadı sayılır. Kasap ve markettekiler de tanıştı. Sorular yine de beni benden almaya devam ediyor. Kız mı erkek mi, diyorlar mesela heybede görüp. Neden sorarsın bunu, bu çocukla ilgili, hiç tanımadığın bilmediğin bir çocukla ilgili, gerçekten ilk ve tek bilmek istediğin şey cinsiyeti midir; yoksa kafanda kayırdığın bir cinsiyet var, bu da onlardan mı diye mi sorulur, pek anlamıyorum. Şimdilik tüm sorulara serin kanlı ve doğru cevaplar veriyorum. Ama onlar devam ederlerse, ben de saçmalamaya başlayabilirim.

Sabahların kör vakitlerinde gülüşmeye başladık seninle. Öyle şirin oluyorsun ki, seni uyutmak da, gözlerim yansa da kendimi uyutmak da istemiyor canım o an. Sanki gördüğün rüyaları işaret diliyle ve bilmediğimiz bir ülke lisanında anlatmaya çalışıyorsun gülerek. Seni izlemek bile çok keyifli oluyor. Ha bir de bugün, başının yanlarını öpmekten çok hoşlandığımı farkettim, o kadar ki başım döndü Kurabiye. Bir kahkaha patlattım üzerine, oh be dedim, bedava mutluluk, var mı bunun gibisi. Sabah uyanmışsın, yataktasın sıcacık, minik bir kafanın sana uzanan yan tarafını öpüyorsun, o kıkırdıyor, sen mest oluyorsun. Aşık mı oluyorum sana Kurabiye, olmam değil mi annem. Yaş farkını, beni istemeyeceğini göz önünde bulundururum, değil mi. Uykusuzluk mu dedirtiyor bunları bana, yoksa erkek anneleri hak verecek mi acaba, nedir bu Kurabiye.

Güzel uykuların, bol gülüşlerin, mis kokuların, sıcak kakaların olsun annem...

22 Aralık 2014 Pazartesi

Yüzkırküçüncü gün ortası

Baban özlemiş seni işyerinde bugün. Ben de uyan diye sabırsızlanıyorum bakkala gidelim birlikte diye.

Bu kadar güzele mi dönecekti o kabusumsu geçen ilk aylar Kurabiye. Gelsin kardeşler sana güzelim, sen abi ol her birine, bana da domatesin kırmızısı, biberin yeşili, baklavanın cevizi ol.

İşte ağlıyorsun, uyandın:) Duydun beni, hep duy beni olur mu. Seni seviyoruz Kurabiye.

21 Aralık 2014 Pazar

Yüzkırkikinci gün

Bugün 6 aylık ve 90 yıllık misafirlerin vardı Kurabiye. Her yaş gördü seni, bir baktı şöyle alıcı göz ile. Sen her zamanki gibi, misafirlere yaptın pozunu, çok ama çok uslu bir çocuk oldun, gülücük dağıttın, Kurabiyece konuştun onlarla. Bazen eve her gün birileri gelse çok mutlu olucaksın hissine kapılıyorum. İlacın buysa, ayarlarız bir şekilde Kurabiye.

Sana ciciler geldi yine, tam kafana göre örgü bir bere geldi misal. Babaanne sipariş etmiş bir arkadaşına, bu yünden tam böyle bişi ör bize, demiş. Tam kafana göre idi, sokaklar berenden tanıyacak artık seni.

6 aylık misafir yine dev gibi göründü bize, sen mini minisin de, o kocamanmış gibi. Halbuki sen de mini miniydin, kendini üçe dörde hatta beşe katladın doğalı beri. Büyüyor olduğunuz fikri beni ürkütmeye devam ediyor. Bana yüzyıl gibi gelen ikibuçuk ay bitti misal evde. İşe gidip gelsem, nasıl geçtiğini anlayamayacağım ikibuçuk ay, şuncacık evde yüzyıl gibi geçti, ve önümüzdeki dokuzbuçuk ayla birlikte bir senede neler neler değişecek hayatında ve hayatımızda Kurabiye. Ek gıda, emekleme, yürüme, konuşma ve hatta diş hep aynı yılın içinde. Dayının tüyleri EFTi duyunca diken diken oluyordu, ben de bunu düşündükçe ürperiyorum bak.

Bu gece en uzun gece, yani günler uzuyor artık, Yani bahara kanca taktık buralardan, sen kısa pantolon giyebiliyorken, güneş tepemizde olacak inşallah Kurabiye.

Sen uyu, büyü, bizi de büyüt Kurabiye...



20 Aralık 2014 Cumartesi

Yüzkırkbirinci gün

Bugün de doktor kontrolün vardı Kurabiye. Kalçaya yedin yedin iğneleri, ağladın haklı olarak.

Doktor içimi burdu bir şekilde bugün, ek gıdaya az kalmış zaman olarak, oysa ben seni hep emziricem sanıyordum, bir buçuk ay sonra ek gıda girecekmiş hayatımıza. Seni bilmiyorum da, ben hazır değilim Kurabiye. Bir doktor daha görüp, ek süre almaya çalışacağım bu geçiş için.

Sonra bugün ilk defa iskender yedik seninle. Biz yerken, sen kucağımda ağzını şapırdattın. Her ne kadar sana süt olsun diye yiyoruz  desek de, pek inanmadın sanırım. Çok mu güzel, dedin bize, oh tereyağlı falan, dedin. Çok da güzeldi be Kurabiye. Seninle de yemek nasip olsun...

19 Aralık 2014 Cuma

Yüzkırkıncı gün

Gün atlamaları oluyor, neden biliyor musun; günü pek güzel geçirirken geceleri uyumuyorsun, beni hem sinirli hem uykusuz bir kadın yapıyorsun. Eşeksin oğlumcum bazen, vallahi billahi eşeksin.

Neyse, geçer gider herhalde değil mi. Dün sen benlen ya da işte ben senlen pazara gittik Kurabiye. Ama o kadar çok kadın, teyze, genç aaa bebek dedi ki, nazarlandın ve ondan uyumadın bence. Sonuç, senlen uzunca bir süre pazara gitmemek olacak sanırım. Bence her yere yakışıyorsun, zaten ben ne yapsam içinde ol, istiyorum. Ya da zaten içindesin sanıyorum. Ah bir şair dememiş miydi, ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında, diye. Onun gibi bir şey belki de. Nasıl mı, bugün de yine kendimce düşünürken onu bunu şunu, dedim ki en güzel zamanlarınız en zor zamanlarınızla ne kadar da kolkola. Hem büyü istiyoruz hemen, hem de hiç büyüme istiyoruz. Aslında her şey de biraz böyle değil mi, dedim sonra. Dar olan şeyler hep çok güzel ve güzel olan her şey, asıl geçip gittikten sonra çok güzel gelmiyor mu göze.

Sonra uyuyup kalıyorsun kucaklarda, içi erimiyor mu insanın, Bu kadarcık işte, diyorsun, istediğim bu kadarcık. Bir kucak. O zaman buzul ve hatta sinir çağı kapanıp garip bir çağ başlamıyor mu, otlarında bir sürü büyükbaş hayvanın otladığı. Hayata kattığın anlamı, yaşamayana anlatmak çok zor. Alıp götürdüklerini anlatmak kolay halbuki, kötü şeyleri anlatmak ve anlamak nasılsa hep daha kolay çünkü. Kucakta sakinlediğinde, parmağı sıkı tuttuğunda olanı biteni bilmeyen anlatabilmek çok zor.

Bugün bir başka parka geldin bizimle, baban diyor ki sen kendini gezdiriyorsun asıl, ne bilsin oncacık çocuk park mark sırf göğüs kafesini görürken. Sesleri duyuyor, seslerden ortamı tanıyor diyorum ben de, değil mi. Hatta bugün benimle kahvaltı ettin baba evde çalışıyorken. Cafede oturduk, ben yedim, sana baktım. Sen emdin, sen uyudun, sen gaz çıkardın. Öyle tatlıydın ki bence, kucağımda bir bebek olduğunu, bazı müşteriler nadir ağlamalarında farketti. Bazılarıysa hiç farketmedi. Kimseyle göz göze gelmemeye çalışıyorum, kimle gelsem aa orda bebek mi var, bakışından biraz darlandım çünkü. Hoş heybemize taktık bugün nazar boncuğumuzu, ama yine de çekiniyor insan.

Hamileler sokağa çıkıp göz zevkimizi bozmasın, diyen adam geliyor aklıma. İnadına her yere götürüyorum seni, her yerde süt istiyorsun, inadına her yerde çıkarıp veriyorum memeyi sana. Her adam emmedi mi anasından bunu, diyorum, örtüm de var usturupluyum diyorum. Ama çekinmiyorum hiç. Benden sıkılana kadar sen, benimle yaşa bu hayatı, olur mu Kurabiye. Sana göstermek istediğim çok şey var daha. Bu haftaki geziler, gelecek gezilerin habercisiydi. Sen böyle keyifli oldukça-en azından gezerken ve ileride inşallah geceleri- Küba da, Tayland da Norveç de korkabilir bizden. Ama şimdilik vapurla karşıya geçmekle başlayalım, olur mu.

Öptüm seni, kucakta susan en tatlı koltuk altlarınla, sıkı sıkı kavrayan parmaklarından.


17 Aralık 2014 Çarşamba

Yüzotuzsekizinci gün

Bugün yağmurlar başladı Kurabiye. Ama bir yandan da en uzun gece geliyor, bu ne demek biliyor musun, bir gün gelecek, pat günler uzamaya başlayacak, her şey çok daha güzel olacak, demek.

Seni yine birkaç kez sokağa çıkarmış bulunduk. Noter gördün bugün, ki hiç gerekli yerler değil aslında, hele senin için. Neyse sonra pastane gördün de, dengeledik durumu.

Babaanne yılbaşı cicileri aldı sana sonra, bir ara kasiyer ablaya dellendi annen. Homur homur saymaya başladım sen heybedeyken, sesim yükselip çirkinleşince huylandın, ikaz ettin beni. Özür diledim senden- belki kadından da dilesem iyiydi de o hak etti bence- komik bir andı. Sonra sen neşelen diye, hani az önce kadına saymamışım gibi, müzikle dans etmeye başladım seni neşelendirmek için, işe yaradı da, kıvrıldın yine koala gibi, uykuya geri döndün. Ben de sakinledim, kadına teşekkürlerimi sundum, tatlıya bağladık. Hayatımın her anını da böyle ılıtır mısın acaba, her yere seni götürmeye devam mı etmeliyim yoksa?

Sonra, yine pastaneye gittik, annen acıktı çünkü. Tam sen süt içerken ben dondurma yedim, acaba dedim hop değişir mi sütün tadı, sana sordum ama pek renk vermedin. Bıyıklı garsona çok enteresan baktın, seninle yalnızmışız gibi konuşacaktım o an yine tuttum kendimi; "evet canım, o bir bıyık" diyecektim, yutkundum. Senin gözünden hayat, cangul cungul bir sürü şeyle dolu olsa gerek şu an, öyle değil mi.

Sondan bir önceki durak olarak dişciye gittik yine, sen babaanne kucağına bekledin beni. Dişleri henüz olmayan bir adam olarak, iki kere dişciye geldin yani.

Sonra taksiye bindik eve dönüş için, yağmur başlamıştı baban duymasın. Sen dışarı bakmak istedin, cama vuran yağmur damlalarını seyrettin, çok güzeldin. Sen olmak istedim o an. Dünyada bildiğim en güzel şey cama vuran yağmur damlaları olsun istedim. Uzun uzun baktın, tadını çıkara çıkara, her bir damlaya tek tek. Bu sefer diyebildim sana, "evet canım" dedim, "onlar yağmur damlaları"...

Ömrün uzun, bahtın açık olsun Kurabiye.

Norveç çıkartmamız için dayı sabırsızlanıyor, hazırlanalım seninle...

16 Aralık 2014 Salı

Yüzotuzyedinci gün

Bugün seni görmeye mini mini bir arkadaş geldi Kurabiye. Tabi mini mini demek, lafın gelişi. İkiniz de Güliver gibiydiniz, biri devler ülkesinde biri cüceler ülkesinde. Senden bir boy büyük bir mini mini kendisi çünkü. O parmak emmeye başlamış, sen de biraz biraz bakmaya başladın. Onun için, sen ona baktın, o senin parmaklarını emdi, anlaşıp gittiniz kendi aranızda.

Biz de iki minik annesi doya doya sizden konuştuk. Yazıyordu kitaplar; sevgili ve zavallı anneler, bu zor ilk zamanları kolay atlatmak için, sizin gibi acı çeken kadınlarla görüşün, konuşun bol bol diye. Bunu demek istiyorlarmış sanırım. Biriniz anlasanız siz bile çok sıkılırdınız bunca sizden konuşmamızdan, biz konuştukça rahatladık sanki.

Akşam da güzel saçlı teyzen, bana mini mini bir hediye almış, onu verdi. O hediye ki, ben de onu kendime almayı düşünüyordum, çok mutlu oldum. Hediyeleşmek çok güzel Kurabiye. O kadar ki, babanla ben, seni paket yaparak birbirimize hediye etmeye karar verdik bu yıl. Sen, hem onun bana hediyesisin, hem de benim ona hediyemsin. Ucuza mı kapatmış olduk bu yılı, emin değilim. Ama seni paketleme fikri bile çok cici, ki sen büyüyüp aklın erdiğinde, buna da çok kızabilirsin ama bırak azıcık eğlenelim sen mini minicikken, değil mi Kurabiye.

Sokağa çıktık bugün yine seninle biraz, yurdum insanının cici sorularına artık alıştım sanırım. Seni görenler iki soru soruyor bana genelde: "a bebek mi var orada, ne tatlı" bir diğeri de "nefes alıyor değil mi o, hi hi" ikisini de "hı hı evet" diyor geçiyorum, hem de hiç sinirlenmeden. Sen beni erdirmiş olabilir misin Kurabiye.

Ha ne diyeceğim bir de sana, babana bırakmış idim seni akşam birkaç saatliğine. Uyuman uyanman, tamamen onun sorumluğunda idi yani. Eve geldiğimde baban kısık sesle "hoşgeldin" dedi bana, ben odana girip seni kucağıma alınca sevmek için, kocaman sesi geri geldi cor cor. O zaman anladım ki Kurabiye, dayının sık sık dediği gibi, koyun bacak durumu geçerli. Anne uyuturken bağırıyoruz nasılsa uyutur bu kadın diye, baba uyuturken susuyoruz aman uyanmasın diye.

Sen yine de, bol bol, renkli rüyalı, süt kokulu uyu Kurabiye...

15 Aralık 2014 Pazartesi

Yüzotuzaltıncı gün

"Lohusa Depresyonu Haftası"  varmış bu aralar Kurabiye. Gülümsedim niyeyse duyunca, okuyunca. Biliyordum olduğunu o depresyonun, bir de ayırmışlar "lohusa hüznü" ve "lohusa depresyonu" diye. Hüzün olan, bebek uyuyunca ya da biri anneye yardım edince geçiyormuş; diğeri tedavi edilmeden geçmiyormuş. Böylelikle, benimkinin -yani çok afadersin birazcık senlen ilgili bu durum hani- depresyon değil, hüzün olduğunu anlamış olduk. Yaşadığım şeyin adının hüzün olduğunu bilmiyordum, o mu komik geldi nedir bilemiyorum. Birilerine yaşama sevincimi kaybediyorum, dediğimi hatırlıyorum; ki bu da o hüznün bir parçasıymış. Lohusa mı ne demek, hm buna sonra gelelim, asıl konuya dönelim.

Biz bugün seninle gezdik yine, sen heybede, ben tin tin yürüyerek. Esnafa, meslek gruplarına karıştık yine. Emlak ofisine evrak bıraktık, dişciye gittik, taksiye bindik, mağazaya girdik. Koca bir kamyon geçti önümüzden gürültüyle, irkildin, koala gibi durduğun kucağımda daha da küçüldün minicik oldun. Korkma dedim sana sarıp, sevip. Korkma dedim, yanındayım ben, dedim, geçti, dedim. Etrafımdakiler baktı şaşkın şaşkın bana. Hangimiz daha tuhaf görünüyorduk, bilmiyorum. Kamyon sesinden irkilmeyen onca insan mı, ilk kez kamyon duyan ve sıçrayan sen mi, seni sakinleştirmeye çalışan ben mi. Kamyon şöförünü normalleştirdim bak, halbuki hayvan olan o, değil mi. Hop sakinleşiyorum, hep o hüzünden oluyor bunlar.

Yol boyu konuştum seninle, duyduğun sesleri anlattım, sen kıpırdadıkça seni dinledim. Etrafa baktım, onlar bana baktıkça. Pusetteki bebekleriyle konuşmuyordu anneler, benim gibi heybede taşıyan kimse de yoktu aslına bakarsan. Sen bana bu kadar yakınken, göğsümdeyken, konuşmamak olmazdı ki Kurabiye. Hem sen benim en tatlı arkadaşımsın öyle değil mi, diğer tatlılar hiç alınmasınlar üzerlerine, bir süre gitsin böyle senin hükmün. Sen beni istemeyene kadar misal, olur mu.

Keyifli geçti gün, gezmeye zorla mı alıştıyorum seni, yoksa zaten severek mi doğdun bilmiyorum. Ama sakinliğinden hoşlandığını anlıyorum gezmekten, değişen seslerden ve hareketten. Ha naptım bugün baban duymasın. Dört şerit akan ama aslında akamayan trafikte yola adımımı attım Avrupa'daki gibi. Bizi görenler tek tek durdular, bize yol verdiler. Vay be dedim, heybeliyim ben, özelim, güzelim, dedim. Yine de çok güvenmeyeyim ben bu anlayışlı insanlara, trafik ışıklarını yoklayayım bundan sonra.

Dişcideyken, yani ben dişci koltuğunda sen de hemşire ablanın kucağındayken, kızın gözlerinin içine bakıp dudaklarını şapırdatıyordun. Aslında küfrediyordun, biliyordum. Söyle şu ana olacak kadına, kalksın bana meme versin kaç saattir bekliyoruz, sen anla anlat ona bari, diyordun. Oncağız, a çok tatlı, acıktı galiba, diyordu.

Senin bu herkesle ayrı telden ilişki kuran hallerine hastayım, hayranım Kurabiye. Benimle, babanla, babanneyle, ananeyle başka kuruyorsun ilişkiyi. Ayırıyorsun bizi, farkediyorsun. Hepimizde farklı uyuyorsun, hepimizde farklı sakinleşiyorsun. İnsan nasıl sevmesin seni, nasıl şaşmasn olana bitene. Enine boyuna bir insansın Kurabiye. Dünyayı görüşü, algılayışı, evirip çevirişi bambaşka olan bir insansın. Şimdilik benim en tatlı arkadaşımsın.

Gözünden gerçek yaşlar gelerek ağladığında dağlanıyor içim. Ben de ağlıyorum o zaman. Bazen bana bakıp acıyorsun, susuyorsun. Nolursun, diyorum sana, nolursun ileride başka şeylere ağla; ama şimdi yapma, diyorum. Ben buradayım, süt, kaka, gaz köpek olsun sana, diyorum. Üzme kendini, hepimiz senin için varız, diyorum. Belki de iyidir göz yaşların, ama benim içime akıyor. Tut onları olur mu, çok gerekmedikçe sence, içeride tut. Büyüyünce ağla, geçenlerde rüyamda gördüğüm dayın gibi, içini döke döke ağla; kollarımızda ağla, sakinleşe sakinleşe ağla. Ama şimdi, ne istesen emrine amade, hayat kolay şimdi, üzenler az seni, sevenler çok. Ondan, şimdilik az ağla, olur mu.

Öptüm seni kulağındaki kokudan Kurabiye...

14 Aralık 2014 Pazar

Yüzotuzbeşinci gün

Bugün yine sokak günü idi Kurabiye. Bu kış güneşi bize elverdiği müddetçe çıkaracağız seni inşallah. Ve hatta hafta içleri biz senle evde yalnızken de çıkarsa bu güneş, heybeme atıp yollara vuracağım seni. Bu heybede sen henüz sadece benim göğüs kafesimi görebiliyorsun ama, sesleri duyup, tıngırtıyı duyuyorsun; seni yolda uyutan bu sanırım. Acısı çıkacak hepsinin merak etme, bir bir gezdiricez gezdiğimiz her yerde seni. Şimdilik ev civarındaki esnaf işlerini birlikte halledip, seni yaş ve meslek olarak bizden farklı gruplarla tanıştırarak başlayabiliriz gibi geldi, bakalım.

Bugün senden dört beş ay büyük bir abla ile tanıştın, daha doğrusu o senle tanıştı. Böylelikle seni bilerek gören ve yanaklarını sıkmak isteyen ilk arkadaşınla karşılaşmış oldun.

Sokakta kesinlikle huzurlusun, bak bunu da çok söyleyip duruyorum hoşuma gittiği için, bir yerinden bir şey çıkmaz umarım. Sokak olmadan evde durmazmışsın, sokaktan eve girmek hiç istemezmişin, ayaklanınca sokaklara gider hiç gelmezmişin, Allah baba korusun.

Sonra dün akşam ilk defa beş saat aralıksız uyuyarak beni şok ettin. Aklın neredeydi de uyandırmadın, da diyebilirsin ama basiretim bağlandı işte aralarda niyetlendiysem de. Hani vesile ile ben de neredeyse deliksiz beş saat uyudum, az şey değil nereden baksan. Hiçbir şey olmamış gibi uyandın ben zorlayınca, ağzınla arandın, süt içtin sonra yine uyudun. Oğlan büyüyor eyvah dedim, artık daha az uyanıp, daha uzun süre tok durabiliyor, organları üzerinde hükmü var, artık dedim. Sonra sardı bir korku, bir hüzün. Bildiğin büyüyor bu, dedim. Büyümesin, dedim. Geçip gidecek bu dönemleri hemencecik demek ki, dedim. Tulumları da küçük geliyor zaten, dedim. "Her yaşın ayrı güzelliği var" anne vecizesini yine anımsadım. Haklı olabilirler. Her anının tadını ayrı çıkarabilmek istiyorum. Zaman dediğimiz hızlı, ömür dediğimiz aslında kısa. Düşünsene sen eve geleli beri bile iki ayı, doğalı ise dörtbuçuk ay oldu.

Büyü ama yavaş büyü Kurabiye, bize de tadını çıkara çıkara, koklaya koklaya, hissede hissede yaşamak nasip olsun.

Uyku mühim, o da arada gelsin yoklasın bizi, onsuz olmasın. Ama artık heybede durabildiğini ve hatta zor da olsa emebildiğini gördüm, bundan sonra çok farklı olabilir yaşantımız.

Öptüm seni banyolu boynundan...

13 Aralık 2014 Cumartesi

Yüzotuzdördüncü gün

Aradan bayağı gün geçmiş. Ankaralı anne huylanmış, yazsana kadın diyor bana. Ama neden yazmıyorum, bir sorsunlar bana.

Ne zaman bugün çok tatlıydın desem, illa çıktı acısı birkaç gün sonra. Ya da tam tersi, kötüsün desem iyi oldun. Ben de şaştım ne diyorum, noluyor diye. Sonra baktım, günler birbirine benziyor bildiğin.Hafta çabuk geçti bir şekilde. Arada kötü, çok kötü, sonra aniden iyi. Daha önce bir anne babanın bize yaptığı gibi, "vallahi billahi bu kadar uslu değil, dün terör estirdi" demek zorunda kaldık bol bol. Misal baban şu an sana, ne diyor "bağırma Allah aşkına bağırma" diyor. Allah adı verirsek insafa gelirsin diye, halbuki yok. İçeride bizim hiç bilmediğimiz bir tavşan saati var, bazen aşkı, bazen meşki gösteren. Ona göre işletiyorsun hepimizi. Alıştık mı evet biraz. Duamı değiştirdim artık ben, sen çıldırdın mı, ya da pardon birazcık huysuzlanır gibi oldun mu sabır yarab bana, çirkinleştirme yarab beni, diyorum. Baban kokluyormuş o an seni, ben de öpüyorum şapır şupur. Umarız elimizde kalmazsın Kurabiye.

Neyse, bugün dışarı çıktı anne yine. Eminönü'ye gittim. Dayın gelecek, demiştim sanırım. Senden Pirelli takvimi yapacağız, yok pipini açıkta bırakmayacağız, ama eğleneceğiz biraz. Sana da saklarız bir takvim, küfredersin ileride bize. İşte sana da ciciler, süsler almaya gittim.

Martılar değişmiş Kurabiye. Gerçek, narin ebatta martılar gelmiş İstanbul'a ben görmeyeli. Ve mesafe kavramı boyut değiştirmiş. Artık Kadıköy'den Eminönü'ye ve ters istikamette vapur boyunca eşlik ediyorlar yolculara. Anan bundan kendince manyak çıkarımlar yaptı yine. Nedir, hayat imkansız sandığımız yolculuklar toplamıdır belki de. Gidemeyeceğin hiçbir yer, aşamayacağın hiçbir zorluk yoktur belki istedikten, inandıktan sonra. Ha ben çok mu öyle yaşadım, yaşıyorum. Yok annem, ben çok güzel öfkelenirim, eskiden çok da güzel hayal kurardım. Artık az kurup çok kızıyorum, sonra baban idare ediyor beni. Deli bu, diyor. Deli miyim, bilmiyorum.

Misal şu an sen süt diye evi yıkıyorsun, ben bunu yazıyorum. Baban sana durumu izah ediyor: "Tamam Kurabiye, anan günlüğü yazıyor, birazdan alacak seni. Anan bir günlüğü sana tercih etti, ama bunu sana büyüyünce açıklayacağız". Sen nereye düştün Kurabiye...

Aç ve heyecanlı martılar bana seni hatırlattı yol boyu. Cok cok içmelerin eksik olmasın Kurabiye...


8 Aralık 2014 Pazartesi

Gecikmeli yüzyirmisekizinci gün

Dün yazacaktım yazamadım Kurabiye. Elim kolum bağlandı nedendir bilinmez diyelim haydi.

Dün yine senin minik ayakların için dev adım olan bir gündü, seni parka götürdük Kurabiye. Hem de daha önce çok kez gidip, minik bebeklere, bebek arabalarını iten ellere baktığım, acaba bir gün, dediğim parka gittik.

Seninle parka gidince her şeye başka baktığımızı anladık, yerlerin mozaik döşenmesinin bebek arabası için ne berbat bir seçim olduğunu farkettik. Yağmurda çocuk parkları çamur dolabildiği için, toprak zemin yerine başka bişiden yapılsa daha iyi olacağını gördük. Etrafta çocuklu masa ne kadar çoksa, sigara içen sayısının o kadar az olduğunu farkettik. Sonraa, senin kadar minik bebeklere dönüp dönüp baktıklarını farkettim elalemin ki, şıp diye kapadım üzerini. Nazar diye bişi var ve ben çok korkuyorum çünkü kendisinden.

O parka koşarak girmen de nasip olacak mı bakalım, nereden nereye demeden kendimi alamıyorum Kurabiye. Baban her ne kadar anne gezsin diye çıkıyoruz sokağa teallam, dese de, aslında senin için çıktık Kurabiye. Ki sen sokakta hep uyuyup, eve gelince uyanarak, tercihinin hep sokaktan yana kullanacağını gösterdin zaten bize.

Ne diyor Ankara'daki deden, çocuk sokakta büyür, o kadar. Ha bana ne dediler hayatım boyunca dayından ayrı, sen kızsın. Ama sana demeyecekler işte, gez, gör diyecekler sana.

Sokakta büyü, emi Kurabiye...

6 Aralık 2014 Cumartesi

Yüzyirmiyedinci gün

Bugün yine güzel bir gün oldu Kurabiye. Seni yine aşıya götürdük aslında, bu kısmı senin için hoş olmayabilir. Doktor yine ilkin Kurabiye kaç aylık oldu dedi, ben yine bu günlükteki günleri toplayıp aya bölemedim. Baban dedi bişiler. Neyse, öğreneceğim.

Hava güzeldi hastane çıkışı, sen ilk defa güneş gör gerçekten istedik. Seni çok sevdiğimiz bir pastaneye götürdük. Ki o pastanede annen ve cici saçlı teyzen kaç hayatı masaya yatırdı bilsen, napsalar güzel oluyor bir de, annenin hayali orayı işletmek ileride. Bakalım, çok istersek olur belki. Böyle bir altın kural var Kurabiye, öğreticem sana da. Bir şeyi çok istiyorsun, hop oluveriyor. Henüz olmadıysa, daha zamanı gelmemiş demek ki diyorsun. Ha giden ömürden gidiyor, ama olsun sen çok istemeye devam ediyorsun.

Sonra baktım hava halen güneşli, seni kaptım koluma, yürüttüm eve doğru. Gelene geçene gösterdim seni, işte Kurabiye bu, dedim. Kapıcı amcaya gösterdim, ki onun da bir kurabiyesi varmış senin gibi mini mini çıkmış hastaneden. Geçenlerde beyin kanaması geçiren, hani senin yastık kılıflarını diken terzi amcaya gösterdim seni. İşte o, bu dedim. Sevdiler seni. Sonra birinci kattaki tatlı amcaya göstermeyi düşünüyordum ki, pat karşıma çıktı eve dönerken. Hah dedim, ben de size gelecektim, işte Kurabiye bu, dedim. Yüzüne tülbent örtersen, nefesinden ısınır, dedi. Tamam dedim, her gün bir şey öğreniyorum Kurabiye.

Eve geldiğimizde, güneş mest etmişti seni, emmen, uyuman çok kolay oldu. Anne dışarı çıktı sonra, bisikletine atladı, sahile vurdu kendini. Yıkılan canım çay bahçelerinin yerlerine baktı inanmak istemeden. Resmen yıkmışlar Kurabiye. Ki seni ciddi ciddi sahile indirme hayalim vardı benim. Ama alamayacaklar hayali elimizden, gerekirse termosta çay altımıza minderlerle ineceğiz oralara. Denize taş atan çocuklara bakıp, ne saçma şey diyeceksin şimdilik. Sıra sana gelince anlayacaksın paçaların ıslanırken taş atmanın eğlencesini.

Ben sokağa çıkınca, baban seninle yalnız kaldı. Yanime tam üç saat, evet evet tam üç saat nerden baksan seninle yalnız. Bu bir rekor, ya da rekorların ilki Kurabiye. Sen güveniyorsun artık bize, o yüzden nasılsa bakarlar bana, endişeye gerek yok, diyorsun. Bakıyoruz da işte sana o yüzden. Daha kolaylıkla, güzellikle.

Yılbaşı ağacına dönmüş solan bir ağacımız var, bu sene ilk defa senin şerefine onu süsleyeceğiz sanırım. Dayın gelecek, takvim yapacak bize foturaflardan. Dilek ağacının en cici süsü sen olacaksın.

Öptüm seni kokundan, babaannemin beni öptüğü gibi.

5 Aralık 2014 Cuma

Yüzyirmialtıncı gün

Bugünün güzel tespitleri var kendi adıma Kurabiye. Sana bile küçük ama bana büyük adımlar hem bunlar, bana sorarsan.

İlkin, birkaç gündür göğsümde uyumaya başladın yasladığımda, beni koklayıp uyuyorsun ve artık beni anne bellediğini düşünüp çok mutlu oluyorum. Koku sakinleştiriyor seni. Memede kendinden geçmen gibi bir nevi. Keşke diyorum, bu hallerimizi büyüyünce de hatırlasak. Başımız dara düştüğünde, bu huzurlu anlarımızı anımsayabilsek bir parça rahatlamak için. Aynı memeye o zaman yaslanamayız belki ama, belki de sağ olursa analar babalar, ellerini bir tutmak, alnımıza koymak, göğsümüze koymak da yapar aynı etkiyi. Kendini, benim seni şimdi gördüğüm gibi görebilmeni isterdim yani.

Bir diğeri, artık etrafı üç beş görüyorsun. Ve tatlımcım, dalgalı saçlarım sana çok ilginç geliyor. Sağa sola dağılan saçlarıma dikkatle bakıyorsun, gördüm seni. Dünyanın en güzel kızı olarak beni görme çağın geldi mi acaba, ne kadar giderse gitsin, bir süre öyle san, olur mu. Hem belki senin de saçların dalgalı olacak, ben her gün şapkanı çıkarıp bakıyorum, henüz net bir karar varamadım. Dalgalansın diye karıştırıyorum kafa tüylerini ama henüz renk vermediler bana.

En keyifliyi sona bıraktım. Bugün dede gördü seni iki hafta sonra ve ne dedi biliyor musun, sana benziyor artık Kurabiye, dedi. Ki başından beri babana benziyordun en çok, yani öyle diyorlardı. Ben halen kendime benzetemiyorum da, pek hoşuma gitti bu tespit. Baban sana tembihledi tabi, bana benziyceksin unutma Kurabiye, diye ama; sen bi bakarsın sanırım duruma. Bir yanda günde "kaliteli" yarım saati seninle geçiren bir adam, bir yanda günde yirmi saati seninle geçiren bir kadın, haydi biraz daha uyusan onbeş diyelim taş çatlasın.

Kendine benze Kurabiye, hem bugünkü kadar huzurlu, gülücüklü ol, olamadığında bugünleri hatırla, beni oku olmadı. Çok güzeldin bugün Kurabiye.

3 Aralık 2014 Çarşamba

Yüzyirmidördüncü gün

Bugünün minik tespitini açıklıyorum. Senin hakkında bir şeyler diyecekken, hele böyle tespit gibi büyük bir şeyse, yanılmış olduğumu tam bir gün sonra şıp diye görmekten korktuğum için tedirgin oluyorum aslında. Ne çok laf ettim yarabbi, hemen tespite geçeyim en iyisi.

Memede, sen istediğin kadar kaldığında, sonrasında daha çok uyuyorsun. Peki ben n'aptım bugüne kadar, sağdan soldan ortalama ne kadar emilir, öğrendim. O kadar olunca, sen bebeksin, aklın ermez, akıl edemezsin en iyisi ben senin yerine ereyim, diyerek ayırdım memeden seni. Her zamanki, dünyayı ben döndürüyorum, çarkı çevirmesem tüm tiktak duracak kaygısı, yanılgısı, hastalığı sarmıştı işte. Ne ahmaklık. Senin, sizin kendi içinde eşsiz bir makine olduğunu göz ardı etmişim tamamen. Dünyaya, pekala yaşamak için geldiğinizi, yaşamsal içgüdülerinizin, reflekslerinizin çok güçlü olduğunu, ihtiyaç bellediğiniz şeyleri, ta içinizden duyduğunuzu, hissettiğinizi unutmuşum. Sana güvenmem, seni sana bırakmam gerektiğini unutmuşum. Sütünü kesecek zamanı bile ben biliyorum sanıyorum, halbuki sen başlı başına bir gezegensin. Ve ben basbayağı rahatsızım kimi zaman.

Bugünkü yedi sekiz denemede, hiç saate falan bakmadan, sana bıraktım kendimi, kendimizi. Ne zaman istersen o zaman bıraktın keyifle şapırdatıp, güzel uykulara daldın sonra. 

Dedim ya, devam eder mi bilmiyorum da, ben kendi adıma bu kontrol hastalığını bir kenara bırakmam gerektiğini bir kere daha anladım. Süte değilse de memede durmaya, emmeye, rahatlamaya, gözlerini orada yummaya ihtiyacın var belki. Ben nereden bilebilirim senin için, seni sana bırakmam gerek bir parça, hem de ta bugünlerden...

Öptüm seni kulak dibinden, birazcık da dudak içinden...

2 Aralık 2014 Salı

Yüzyirmiüçüncü gün

Bugün yazıyorum, niye mi, komik bir şey oldu çünkü. Yani olan aslında hiç komik değil belki de, beni güldürdü işte.

Sen dün akşam yine uyumadın, ben bugün gün içinde ağlayarak yalvardım sana uyuman için. Sonra diğer tüm anneler gibi neden sabır, şefkat, neşe dolu olmadığımı anlamaya çalıştım. Bildiğin üzülüyorum ya da sinir oluyorum. İnsan uykusuzluğa nasıl dayanır diyorum, hayat bir ne ki diyorum, neden yaşıyoruz, diyorum. Gece olsa da yatsak, bu güneş de nesi kış ortası diyorum. Diyorum da diyorum. Neyse diyeyim, sonra durulduk, gün karardı hafif, daldın uykuya sen de, senle biraz ben de. Toparladım, bir saatlik uyku sadece yetmişti hayata farklı ya da işte eski bildiğim gözlerle bakmaya. Sonra tatlı bir teyze uğradı görmeye beni, ne istersin dışardan dedi, bir tutam huzur, dedim. Kıvırcık saçlarını ve pastane bezesi getirmiş sağolsun. Ağzımız tatlandı.

Sonra senin durumun için bir mektup geldi bana, bu hafta sıçrama haftası diyor mektup. Dünyanın boş bir tabladan ibaret olmadığını keşfediyor bu çocuk dikkat, diyor. Bir an, yaşadığın bir değişiklik varsa bunun seni dehşete düşürebileceği geldi aklıma. Kendini zaten az bildiğin bir dünyada, artık yepyeni bir düzende yapayalnız hissedebileceğin. Belki de o yüzden sarılınca susuyordun artık ve her fırsatta meme alıp uyuyordun yarım saat için bile. Ama işte aslında o bir saatlik altın uyku hadiseyi başka türlü okumamı sağlayan, biliyorum.

Gelelim komik yana, babana dert yandım bugün gündüz hayatın ne kadar kötü olduğu hakkında. Akşam alttan aldı beni, bir saat evet evet sadece bir saat seni ona bıraktım. Besledi, gaz çıkarttı, altını değiştirdi ve uyutmaya çalıştı. Evet tüm seriyi sadece bir kez yapmaya çalıştı. Geri geldiğimde, seni, benim seni geçen kara Perşembe tuttuğum gibi, yani az önce kuryenin teslim ettiği ne idüğü belirsiz bir koli gibi tutuyordu suratında aynı boş, kaygılı, asabi, karanlık bakışlarla. Çok keyiflendim o zaman ben. Senin için üzüldüm ama normal bir insan olduğumu anladığım için çok sevindim, dedim ona. Bu işin bu kadar zor olduğunu açık seçik demeyen anneler utansın Kurabiye. Bir bebek hiç de kolay yetişmiyor, bir gece bile altın değerinde. Annelere var ya, ne pabuç kadar dil, ne el kol kalkmalı asla. Ve gözümüzün tutmadığı kızlar bu eve getirilmemeli.

Emi Kurabiye...

30 Kasım 2014 Pazar

Yüzyirmibirinci gün

Bugün yine susmadığın günlerden biri olduğu için, sana kendimce kızdığım zamanlar oldu. Sarsmasam da kızdım işte. Sonra, akşama doğru ama, yani bayağı bir sonra, seninle elele uyumuştuk-babanın fikriydi, işe yaradı. Sen uyanırken, elimi göğsüne götürdüm, kalbini, ciğerlerini hissettim, garip bir histi. Her şeyinin küçücük olduğunu, uykusuzluğu, huysuzluğu inadına, inadımıza yapmadığını senin bildiğin minicik olduğunu düşündüm ya da farkettim. Yuh anne, diyebilirsin tabi de, inan bu kırk küsür ve hatta belki elli günün hemen hiçbiri çok kolay olmadı bana. Koca bir eşikmiş bana bu deneyim, halen de oldum diyemem, ama ilerliyorum işte kendimce. Hani kardeşin mardeşin olursa ileride, o daha şanslı olacak annenin ilk halleri açısından sanırım. Yoksa sen ben bayağı bir tuhaf yollardan geçiyoruz.

Sonra başka bir kitap diyor ki bugün,bebek kendini anneyle bir sanırmış. Onun kakası geldiğinde, annenin de geldi sanırmış. Ne tuhaf değil mi, tüm bunları ileride hatırlamamız da; bugüne kadarki minik yolculukta benim kendime göre yüklediğim anlamlar, senin bana kafa tuttuğunu sanmam, bana haksızlık yaptığını farketmeni beklemem falan ne kadar tuhaf değil mi. Kendimden de şüphe ettiriyorsun beni işte ondan, bu zamanları unutmamak için de yazıyor olabilirim bak.

Seni kendim gibi sanıyorum ben de, senin beni kendin gibi sanman gibi yani. Bak bir saat emzirdim, artık gitmek hakkım olsun lütfen, karnım aç, tuvaletim geldi, müzik dinleyeceğim, mektup yazacağım, duş alacağım diyorum sana. Senin de anlayış göstermeni bekliyorum. Halbuki senin serçe parmağım kadar bir kalbin, yarım işaret parmağım kadar ciğerlerin var. Kendini yırtar gibi ağladığında, hele de bu bana göre zamansız gelirse çok üzülüp, bazen de çok delleniyorum ayrı. Çok ama çok garip bir dönem oluyor bana Kurabiye.

Beni sevmediğini düşünüyorum bir de bazen, ki güleriz umarım ileride buna seninle. Bu garip duygu arada yokluyor beni, belki yukarıda dediklerimden ötürü, ya da o meşhur bize gülümsemeler, bizi sarmalar gelmediği için henüz. Sen dünyaya gelmeden önceki bir sene garip geçti biraz, senin dünyaya gelişin de garip oldu en duru ifadeyle zaten. Belki de hepsi üst üste gelmiştir, değil mi.

Senin her şeyin benden daha güzel, daha renkli, daha unutulmaz olsun, emi. Bugün yaptığın gibi, göğsüme bastırdığımda seni, dinen ağlamaların olsun. Öptüm seni kulak dibinden...

29 Kasım 2014 Cumartesi

Yüzyirminci gün

Neler yazacaktım ama neler doluştu kafama Kurabiye. Yazıyı saatlerdir uyumayarak tüm ev halkını ayağa diken halinden arındırmaya çalışarak yazacağım, yani deneyeceğim.

Wonderweek diye bir kitabın tercümesini aldık seni anlamak için. Kitapta diyor ki, ani ağlama krizleri aslında atlanan birer eşik, sıçramadır. Hatta bunların ilki beşinci altıncı haftada olur, diyor. Senin geçen kara Perşembe'nin ilk sıçrama olduğunu düşünüyordum ki, bugünkü uykusuz halini görünce belki de aslı bugündür demiyor değilim. Atlasan da geçse, biz de rahat etsek ne güzel olur, değil mi.

Ay bu çok tatlı, deyip duran ananen buradayken olması iyi oldu tabi bunların. Zavallı kızının en azından ne kadarcık yorulduğunu bir görsün, değil mi ya. Senden bugün şikayet etmeyecektim aslında, bu saate kadar uyku uyumuş olsaydın. Neyse diyeyim haydi.

Bugün beni dışarı çıkardık yine, deniz gösterdik, tatlı yedirdik, tabi genelde senden konuştuk ama olsun.Gezdik dolaştık parkta. Sonra o parka en son geçen sene dayınla gittiğimizi hatırladım. Uçurmuştu beni, kendimi bildiğin sümük, bildiğin böcek hissettiğim bir gündü. Aslansın, kaplansın hatta uçarsın ne diyorsun sen, demişti. Hop uçurmuştu beni, ağlamaya başlamıştım uçtuğumu görünce. Çünkü bilmiyordum o ana kadar uçabileceğimi. Üzerinden bir yıl geçti, sen çıktın geldin. Hayatın ne zaman nereden ne getireceği belli olmuyor Kurabiye. Bana belli olmuyor ya, gör bak sana da belli olmayacak.

Parkta senden uzaktayken, seni bildiğin özlediğimi düşünmüştüm, ama eve gelip seni bıraktığım gibi yarı uyur, yarı ağlar bulunca özlemden kuşku duydum. Ben neden alışamadım halen bu hallere, bilmiyorum. Ama kitap diyor ki, normal, demek ki normal. Anneler  bebekler ağlayınca önce üzülür, sonra dellenir, sonra intiharı düşünürmüş, hepsi normalmiş. Hepsini ufaktan yaşadığım için, yalan diyemeyeceğim Kurabiye.

Uyu emi kuzum. Uzun uzun, güzel güzel uyu. Bebekler uykuda büyürler, büyürler, büyürler...

Öptük seni yanaklarından.

27 Kasım 2014 Perşembe

Yüzonsekizinci gün

Bugün babaanne geldi ziyarete, sana ciciler almış onu getirdi. Cici tanımımız, bu ara kışın salonda giymen için kadife tulumlardan oluşuyor. Henüz garson boyun en gıcık halinde olduğun için; prematüreler küçük yenidoğanlar eh işte, 0-3 ayların kolları büyük gelip beni üzüyor. Ayak tamam, kol niye uzun diyorum, bunun kolları minik mi diyorum, sonra katlayıveriyoruz, hop oluyor, falan. Bu ara böyle hüzünlenip, böyle eğleniyoruz yani Kurabiye.

Pazara gitti anne yine bugün. Anladığın üzere, pazar anne için mühim. Pek bir seviyor nedense bağıran çağıran satıcı, meraklı gezici, taşıyalım mı ablacı, bu ayvalar Eşme'den ablacıları pek seviyor. Kendime almak için gezdim bugün, deli deli aldım da, çoraptır, patiktir, bluzdür. Hep Kurabiye'ye nereye kadar, dedim kendime, aferim dedim üstüne hatta. Sonra noldu, Kurabiye kıyafetleri satan adamda kredi kartı geçiyormuş, soydu bıraktı beni tabi. Ama çok ciciler, sende de cici duracaklar. Hoş ben buraya gelecek zamanlı yazınca, ama sen bunları abi olunca okuyunca onların hepsi geçmiş zaman olacak. Bu gramer kurallarını ayrıca anlatacağım. Seviyorum dilbilgisi ben, bakalım sen sevecek misin.

Seviyorum dilbilgisi deyince nasılsa babanın duası geldi aklıma, diyor ki yani diyoruz ki hadi; insani yönlerini anandan, teknik yönlerini babandan al. Allah korusun tersi felaket olur çünkü, emi Kurabiye. Ona göre bak, tart bizi yanına geldiğimizde, yanlışlık olmasın sakın...

Bu akşam baban yok, eğlencede bildiğin. Tamam git dedim ben de. Ama bi garip oldu içim, normalde yani normal dediğim sen yokken çok eskiden, o nereye gitse akşamları, ben hop başka yerlere giderdim denge hesabı, neyse o işte. Ama şimdi, babam yani senin deden arkadaşlarıyla içmeye gittiğinde, annemin yani ananenin bizimle kalması gibi bir hal oldu. Bize patates kızarttığı cuma geceleri gibi oldu. Anneme yapılan bir haksızlık var gibi gelirdi o zaman da, Allah Allah derdim, adam yani babam eğlenceye gidiyor bu kadın yani annem bize bakıyor evde viyak bir oğlan ve çok aklı başında bir kız çocuğuna yani. Garip düzen, derdim. Heyhat dedim bugün de. Benim mezelerine bayıldığım yere gidiyorlar bir de, nispete bak. Annen oraya gitmeyeli yıl olmuş olabilir. Neyse, bugünler de gelir geçer değil mi Kurabiye. Sen sütü geç, rakı öğreticez sonra sana. Sırayla tabi...

Anane geliyor yarın seni görmeye. Sen arada biraz büyüdüğün için, benim torunum bu değildi ki demesinden endişe ediyoruz babaanneyle. Onu verdik, bunu aldık deriz dedik, bakalım inanır mı bize.

Banyo sonrası uzun, huzurlu uykuların olsun emi Kurabiye...

25 Kasım 2014 Salı

Yüzonaltıncı gün

Atlamalar olacak herhalde artık hep. Zaten sanki normalliyorsun artık, hoş normal ne demekse. Seni ilginç yapan tek şey erken doğmuş olman değil ki, doğmuş olman bile başlı başlına bir konu, öyle değil mi. Seninle en çok konuştuğum için, garipleşir miyim acaba. Ya da doğum izni ertesi işe dönen anneler o ilk haftaları nasıl geçiriyor acaba. Bir annenin, ki o anne bu zamana kadar bana çok emeği geçen bir annedir; sık sık kafam hiç çalışmıyor dediğini hatırlıyorum. Şimdi birazcık anlıyorum sanki ne demek istediğini. Misal seveceğimi düşündüm bir kitap satın aldım uzun aradan sonra. İçinde ben yüksek lisans yaparken okuduğum akademisyenlerin de yazıları var. Dün yorgunluktan mı, salaklıktan mı yoksa ne bileyim yaşla kaybedilen beyin hücrelerinden mi neden bilmiyorum, okuduğum cümleleri anlamadım. Çeviri kokuyor kesin ondan dedim topu taca atıp, ama yazılar çeviri değil, bunu hatırlayıp sustum sonra. Geçer herhalde, değil mi. Geçse iyi olur, bu halimle pek tatlı bir kadın değilim Kurabiye. Tatlı bir anne olacağım derken, kadınlığım, insanlığım azalacaksa sakatlamış oluruz bizi bak, sen de bırakıp gidicen yaşın erince, bana biraz ben kalsın olur mu.

Neyse, dün seni ilk defa tek başıma yıkadım ben. Artık daha az şeyden korkuyorum. Yıkamaya hazırlanırken duygularımı kontrol etmeye çalıştım. Korkarsam Kurabiye sezer, bana da dar eder bu on dakikayı dedim, her şey on numara olacak dedim. Oldu da Kurabiye. Yardım ettin bana, açık oldu bahtımız. Banyo da yaptırabildiğime göre, seninle safariye gidebiliriz diye düşündüm, olur mu dersin, istersen olur Kurabiye. Bak burada, sen istedikten sonra dünyanın her yerini, hani sırf sen gör diye gezmeye hazır bir kadın var, eli ayağı tutar, parası olursa gezdirecek seni sen de istersen. Banyodan nerelere gelmişiz, ama olacak o kadar değil mi.

Sonra bugün kendime göre bayağı iş gördüm, sana göre uyduruyorum sanki işleri. Senin ilk uykunda hızlı kahvaltı, yatak matak toplamak hep sonra, aniden uyanabilirsin, kahvaltı etmemiş olursam, aç sen gibi olabilirim.Sonra bir yerlere rezene sıkıştırıyorum sana bana iyi gelsin diye. Öğlen uyandığında, güneş varsa sana jimnastik, el yüz silmece, müziğe göre dans motifleri. Misal bugün yerleri bile süpürebildim senden izin isteyip, eve benzedi azıcık ortam. Sabah yatakta seninle takılmaca onu atladım iki saat kadar, o dinç tutuyor öğleden sonraları bak. Sen bayılıyorsun ama ben uyumuyorum nasılsa. Giysilerini ütüledim sonra dün yıkadığım. Yemek bile yaptım ve hatta azıcık. Yani imkansız değil sanki bazen, tabi her şey sen büyüklük gösterip hepsi için bana izin vermende, her gün olmuyor, ama bazen oluyor işte. Her gün olsa yapacak iş bulamam zaten öyle değil mi. Zaten yaklaşık dörtbuçuk aydır evde oturan bir kadınım, ne doğru, ne yanlış, ben neyim ve aslında ne değilim, pek bilmiyorum. Sen gelince iyi oldu eve, en azından ne yapmam gerektiğini biliyorum biraz biraz. Süt vermem lazım, gece uyanmam lazım, alt değiştirmem lazım, gaz çıkartmam lazım, ağlamalara kulak kabartmam lazım, anlamaya çalışmam lazım. Yepyeni bir okul. Diplomasız tabi. Arka fonda hep bırakıp gidecek, gidecek sesleri ile. Özellikle siz erkeklerin böyle bir ünü var n'aparsın. Ama belli bir yaşa kadar çok sevecekmişin beni, o yaşa kadar tadını çıkarıcaz işte biz de.

Yağmurlarla temizlensin için, ferah uykuların, kolay gazların olsun Kurabiye...



23 Kasım 2014 Pazar

Yüzondördüncü gün

Çok gün olmuş be Kurabiye. Minik bir adam olmuşsun baksana. Bugün bir Pazar, yani biliyorsun sana bana her gün Pazar zaten. İstanbul'a kış en pis haliyle geldi, evde olmak başka her yerde olmaktan çok daha güzel geliyor göze, kulağa. O yüzden bundan sonraki evrelerimiz, en azından bu açıdan daha kolay geçebilir.

Bugün babaanne yarısı teyze seni görmeye geldi, sen en masum, saatlerce ağladığın konusunda bizi yalancı çıkartır modundaydın, nereye konsan orada uyuyordun. Cici bir battaniye örmüş sana, içine koyduk seni sallanan salıncakta. Sanki tam orası için yapılmış gibiydi her şey, battaniye, sallanan sandalye ve battaniye içinde sandalye üzerindeki sen. Allah nazarlardan saklasın seni.

Anne kuaföre gitti bugün, sanıyorum sen eve geldiğinden beri ilk kez. El ayak, kaş bıyık bakım. Rutin temizlik diyelim ama işte kırk küsür günde bir ilk oldu. Onlar ellerimle, ayaklarımla oynadıkça benim uyuyasım geldi kirli saçlarım ve pasaklı bluzumla. Saçlar temiz mi dedi adam nedense, yo dedim ben de. Ne güzel değil mi, yıkanırız bir ara, acelesi mi var.

Yıkanmak deyince, dayın bir yazı paylaştı bugün, seni yazıyı okumadan hemen önce uyutmuş olduğum halde yazıyı oldukça yüksek sesle gülerek okudum Kurabiye. Dünyanın öte yanından aynı sesler yükseliyordu, demek ki tüm bebekler ve tüm yeniyetme anneler aynı durumdaydı. Ben mi, ben rezeneye devam, hem sana hem bana iyi gelsin diye.

Bugün yine bir saat boyunca uyumayınca sen, battaniyeler içinde senden bir füze yapıp uzay boşluğunda bir süre sallandırdıktan sonra, babana doğru pasladım seni. Geçen haftaki gibi yalnız olduğumuz bir güne denk gelseydi bu ruh hali, o füzeye nolurdu, düşünmek istemiyorum şu an. Ama, sen gıcık olduğunda, çok tatlı olduğun anları hatırlamaya çalışacağım, hatta en iyisi senin gülümserken filan foturaflarını çekip bastırıp, her an görebileceğim bir yerlere koyayım, değil mi. Evet yapayım bunu.

Uyu Kurabiye, uyu cici rüyalar gör, cici bir çocuk ol, masal dinle, masal sev, müzik sev, muhabbet sev, şirin ol.

Öptük seni...



22 Kasım 2014 Cumartesi

Yüzonüçüncü gün

Aradan bizim düzene göre epey gün geçmiş Kurabiye. Kendine göre çok şey oldu bitti sanki arada derede, belki de gün geçmiştir sadece, emin olamadım bak şimdi.

Senden sonra yani son yazıdan sonra, senli krizli bir günüm oldu benim. Seni beni alıp atmak istedim camdan, kapıdan, bacadan. Susmadın ağlamaktan, ben bu krizin benim inadıma olduğuna hüküm verdim. Sonra durumu analiz ettim minik kafamda. Evde iki kişiyi idare etmeye, iki kişiyi hoş tutmaya çalışıyorum. Biri sen, biri ben. Ve ne yazık ki bu iki insanın ihtiyaçları aynı anda görülmüyor. Kendime, aç, susuz, uykusuz, yorgun olduğum için acırsam, sen eksik kalıyorsun. Tersini edersem, seni insafsızlıkla suçlayabiliyorum. Milyonların şıppadanak oluverdiği anneliğe benim girişim böyle olaylı oldu işte. Neyse, akşam oldu baban geldi, seni atıverdim ona o gece. Sonra sen yine bir ağlama krizine girdin, ama gözünde yaşla, yani canın gerçekten yanarken yaptığın gibi. Çok üzüldüm sonra ben. Ben de ağladım yine. Tüm o sarsmalarda, sana bağırmalarda çok üzüldüğüne kanaat getirdim. Gözünden yaş geliyordu işte şimdi. Sonra yine memeye sarıldın, unutmak için hepsini, affetmek için, hiç olmamış saymak için, sakinlemek için. Evet, açlığın en son geliyordu sıralamada.

Sonra barıştık seninle, bir bütün olarak varlığını çok sevdiğimi farkettim, bölüp, parçalamadan, olduğu gibi, her haliyle ve hainlik düşünmeden, kafanın şimdilik minicikliğiyle, o an ne diyorsan, istiyorsan, o an sadece onu istediğin için böyle yaptığını, akıl yürütmeler yapamadığını hep hatırlayarak bakmaya başladım. Çok daha cici görünüyorsun şimdi gözüme, böyle içime alıp her yere taşımak istenecek cinsten. Devamlı olur umarım.

Evde hoş bir dağınıklık var misal. Ki ben kendimce çok derli toplu olsun isterim ev, az önce nerede ne yapıldı, edildi belli olmasın isterim nedense. Kimden neyi saklıyorsam, şu an her yerde sen varsın, salonda, içeride. Oyuncak, salıncak, bez, yastık, dönence, telsiz hepsi bir yerde. Kahvaltıyı yatakta ve öğlen yaptık misal. Neden olmasın ki, madem ev bizim krallığımız, neden olmasın ki, der misin bana...

Doktora da gittik bugün, yine aşı oldun, önce ağlayıp sonra uslu oldun. Hemşire ablalar seni gördüler, seni doğurtan doktor seni gördü. İnanamadılar haline, 960 gr'dan, ağlamadan doğan kırmızı et parçasından geldiğin noktaya inanamadılar. Huylu mu dediler bana, çok huylu dedim. İyi uyudun mu akşam, dedi babaanne. Uyudum dedim, çünkü her şeyin güzel gelmeye başladı bana.Çıkmayan gazın da, gece 2'de kalkıp 4'te yatıp 6'da tekrar kalkıp 7 buçuk'ta yatman da. Çocuksun çünkü sen, kolunda saat yok ki senin. Canın o an ne istiyorsa onu ediyorsun, bunu öğretiyorsun bana da. Hoşuma gidiyor bu halin.

Odaya biri girene kadar ağlayıp bizi çağırman da, biri gelip masal anlatınca, şarkı söyleyince susman da, muhabbet sevmen de çok güzel geliyor Kurabiye.

Buradayız Kurabiye, ne zaman istersen dizinin dibinde...

19 Kasım 2014 Çarşamba

Yüzonuncu gün

Bir gün atlamalı geldi yine. Ama bugün mühim bir gün, neden biliyor musun? Bugün evde kırkın çıkıyor Kurabiye. Yani senin ve benim evde kırkımız çıkıyor.

Korkmalı, üzülmeli, bağırmalı, çağırmalı, kokulu, sütlü, süt lekeli, uykulu, uykusuz, ateşli, aşılı, banyolu, hapşırıklı, hıçkırıklı, sümüklü kırk gün. Babannenin deyimiyle, melaikelerin seni koruduğu günlerin sonu hatta bugün. Artık önce Allah babaya sonra bize emanetsin, elçi melekler seni bize bırakıp gidiyor bugün. O uykunda, süt içerken kendi kendine gülümselemelerin de gidecek belki. Melekler güldürürmüş bebekleri çünkü. Ama belki bir tanesi seninle kalır uslu durursan, olmaz mı? Olur belki...

Dayının bana çok sevdirdiği bir şarkı başladı şimdi. Buna dair bir şeyler demeyecektim aslında, ama haydi diyeyim artık. Arkada bu çalarken, başka şey yazamaz elim çünkü. Sen karnımdayken güneşli bir haftasonu, kulaklıkla bu şarkıyı dinlediğim ve sözlerini ilk defa farkettiğimi hatırlıyorum. Bienal'e gidecektik o gün, arkadaşı yanlış yerde bekliyordum. Ama canım aramak da istemiyordu, bu bekleme anı, yüzüme vuran güneş ve şarkı çok güzel bir üçlü gibi görünmüştü gözüme çok iyi hatırlıyorum. Sözleri ilk defa duyarak dinliyordum. Korkma; nedenler için, kızmak saymak için gelmedim, diyor kadın. Sadece beni terkederken- ya da aslında bana "hayatımdan çık git n'olur" derken- radyoda çalan şarkı için geldim, diyor. Ne kadar naif, değil mi. Naif ne demek mi, anlayacaksın Kurabiye. Naif kız çocukları girecek hayatına, ya da belki sen karıncaları bile duyabilen naif bir çocuk olacaksın, belli mi olur. O zaman seni de, o kızları da basacağız bağrımıza, sen de istersen.

Senlik kısma geleyim buradan. Memeden ayrılırken, ağzının kenarından akan iki damla süt, yüzündeki huzur ve seni gülümseten melekler çok güzel göründüler bugün gözüme. Sonsuzluk oldu o an, ne yatırmak, ne yatırmamak istedim seni, öylece bakakaldım her yanını saran huzura. Senin gözünde görmeye çalıştım, çok az şey bildiğin dünyada, nispeten en sevdiğin şeylerden biri gelmişti başına işte, tadını çıkarıyordu yüzün, al al hem de. Kapalı gözlerin savruluyordu yüzünde, yerçekimsiz karanfil gibi şairin dediği. Yunuslarla yüzdüğümde hissettiğim gibi. Şu an ölebilirim, demiştim sudan çıkarken. O kadar sonrasını düşündürmeyen bir mutluluk anıydı benim için. Senin ağzından akan sütü, yüzdüğüm yunusa nasıl bağladım, işte o kadınlıktan geliyor biraz. Unutmamaktan, kurmaktan, kuruntulardan, savrulmalardan, savrulmaları çok sevmekten, alabora olan kayıkta durmaya devam etmekten, suya bakıp "bu kadar mı? daha, daha, daha..." demekten.

Neyse, senin o huzurlu halini görünce hop ileri sardım yılları. Sen büyüdün, serpildin. Senden birçok şey isteyeceğim, birçok konuda onu ye bunu yeme, onu eyle, bunu eyleme diyeceğim tabi. Onlardan biri geliyor şimdi Kurabiye;

Çok sev olur mu kadınları, bir aşk yetmez belki, onu bilemem. Ama her yaşında çok sev, dolu dolu sev. Memelerini öp, annemi çok emmişim ben, oradan bir alışkanlık, de. Çok sevince çok güzel olacaksın, dedi annem bana, de. Korkma sevmekten olur mu, biz kadınlar çok dümen yaparız. Sever ama sevmiyorum deriz, "ama" deriz bol bol. Sizi deneriz, suya götürür, susuz getiririz. Sen, sevdiğini farkettiğin zaman, orada dur, bağır yüzüne kadının. Göğe bakma durağı burası, burada inelim, de. Anlamaz mı, anlar elbet, anlayan çıkar diyelim ya da. Korkma sevmekten, dolu dolu yaşa her birini, taşı üzerinde, yanında, elinde, kolunda. Düşünce acıyor evet, ama düşmeden yaşanmıyor Kurabiye. Bu meme kadar helal olsun sana seveceğin tüm güzellikler, sevmesini bil, demesini bil, yaşamasını bil yeter ki. O zaman çok güzel olacak bak, yüzün bugünkü kadar huzur dolacak, canını yaksalar da. Dediğini duymasalar da, anlamasalar da bazen, sen hissettiğin, farkettiğin zaman demesini bil. Bana annem böyle öğretti, o memede bunu öğrendim de.

Öptüm seni hem küçük hem büyük halinle....

17 Kasım 2014 Pazartesi

Yüzsekizinci gün

Garip bir gün oldu yine Kurabiye. Gece ne zaman, gündüz ne zaman anlamadığım cinsten. Aynı koltukta güneşin çeşitli açıları ile lambanın yer değiştirdiği zamanlardan. Belimde, sırtımda tatlı ağrıların olduğu bir gün. Biraz kambur durur annen değiştirmek istese de, seni ters taşımalar da eklenince, sırtım büklüm büklüm oluyor gibi geliyor artık. İyi yanından bakarsam, bu ağrıları kesmek için belki kambur durmayı da keserim diyorum. Ki kimbilir, belki de her şey daha kötü olur; kamburken bir de ters taşımalarla iki büklüm olur kalırım. Duyuyorum insanlarda kalıcı arazlar, benimki de bu olur belki, belli mi olur.

Bir anne demişti ben yine böyle durup durup dert yanarken. Naparsan yap, memnun edemediğin bir varlık var evin içinde, demişti. Onu hatırladım dönüp dönüp bugün. En kötü eden yanı bu galiba, dedim. Sana kızdıkça seni koklayıp, öpüyorum yoksa. Kızgınlığım hemen şimdi dönüşsün istiyorum. Oluyor da genelde. Ama sık ağlayan, ve hatta ağlarken bile insanın yüzüne bakmayan halin, koyuyor be annem biraz. Acıkıp, kaka yapıp, gaz çıkartıp, uyuyan, uyuyamayan bir varlık. Parasıyla rezillik, her şey dört dörtlük olsun demiş, uzakdoğudan kadınlar gelsin beni yellesin, odamdan kuş sütü eksik olmasın demiş, dokuz ay -pardon senin durumunda yedi ay- bıkmamış, özenmiş bezenmiş ayarlamış, ama karşısında beni bulmuş gibi hissediyorum.

Yine bugün cici bir anne dedi ki, iki ay da hastanede kaldı ya seninki, seni daha çok özlüyordur, ondan ağlıyordur dedi. Halbuki ben, beni görmediğini düşünüyorum. Yanıldığımı düşünmek ve hemen buna inanmak istiyorum aslında. Ki sen bunları okuduğunda o kutsal bağ çoktan kurulmuş olur sanırım aramızda. Şu an tuhaf bir araftayız sanki, ya da benim kuruntularım işte. Elimden geleni yapmaya çalışıyorum bir varlık için, uyumuyorum, yemiyorum, içmiyorum, gezmiyorum, tozmuyorum, öğrenmeye çalışıyorum, hem yapılacakları hem neyin ne demek olabileceğini. Ama memnun edemiyorum, sürekli tokat gibi suratımda, gerçekten içinden gelerek ağlayan el kadar bir varlık. Üzülüyorum bazen, bildiğin üzülüyorum.

Birileri, bir şeyler benimle dalga mı geçiyor diyorum, çok mu istedin, al bakalım mı deniyor diyorum. Her anne geçiyor bu dönemeçlerden belki, ben neden kabullenip adam gibi devam edemiyorum, bilmiyorum.

Sonra gözüm doluyor, sonra ağlama süte geçer, çocuk üzülür, diyorum. Yani anlayacağın, adam gibi üzülmeyi bile yapamıyorum.

Bana iyi bir anne olmayı, sana iyi bir anne olmayı anlat, öğret olur mu. Yoksa bu, insanın içini yiyip, kalbini, midesini un ufak eden bir duygu. Hiç tanımadığım bir duygu. İyi gelemiyorum duygusu, ne etsem çöpün en ucuyum duygusu. Bir başkası da sen bile yoksun, şu an sadece o var demişti. Sen nesin, ben neredeyim onu kaybediyorum işte.

Yardım et bana olur mu, ağlasan da yardım et. Ağlamama da yardım et...

16 Kasım 2014 Pazar

Yüzyedinci gün

Bugün, Ankara'lı teyzenin getirdiği minik ve komik yani sende çok cici duran şapkalardan birini taktık kafana. Tam tepende iki göz daha var şapkadan çıkan, bu halinle kucakta "sizi duyuyorum,  ne dediğinizi anlamak için de Krypto gezegenine ses dalgalarını yolluyorum" der gibi duruyorsun.

Sonra ben bugün yine bisiklete bindim senden ve babadan bir saat izin alıp. Hoş gidiş yine sana yaradı, elimde 50lik bebek bezini sallaya sallaya geldim ama, olsun. Deniz havası da aldım işte arada.

Kitapçıya girdim sonra birkaç şeye bakmak için. Çocuklarla ilgili koca bölmeler varmış kitapçılarda, onu gördüm vesile ile. Kitap adlarına, konularına sen bile şaşardın ama. Mükemmel çocuk nasıl yetiştirilir, uyku sorunu nasıl çözülür, nasıl iyi anne baba olunur. Ya çok iyi, ya çok kötü vaat ve tehditlerden bahsediyorlar yani. En az bildiğimiz konuda en derine vuruyorlar sanki. "Boğulmayı önleyici yastık" gibi bu kitaplar da.

Sonra biz bu sabah 10'da kalktık. Yani öncesinde çok kez uyanmış olabiliriz, ancak odadan ve yataktan resmi çıkış 10'da idi. Sana minnettardım, çok mutluydum, zıplayıp dans ediyordum, uyku ne güzel devlet, diyordum ki yine uyku bastırdı bana. Çok korkuyorum gece de hiç uyumamandan. Sonra diyorum, kolik bebekler bile atlatıyormuş birkaç ay sonra o zorlu geceleri, Biz de aşarız değil mi bugünleri.

Uykunun bunca değerli olduğu günlerde, bisiklete binmek, sandığım kadar iyi bir fikir değilmiş Kurabiye. Yorgunluğu bir kat daha artırıyormuş. Ben ettim, sen etme ondan Kurabiye...

Bol ve güzel uykuların olsun Kurabiye...

15 Kasım 2014 Cumartesi

Yüzaltıncı gün

Bugün naptık Kurabiye, bir acı kahve içtik, daha da bişi edemedik annem. Kahve güzeldi en azından, tüm güne değdi. Öyle diyelim dimi Kurabiye, evet evet öyle diyelim...

Sen büyü, bizi de büyüt Kurabiye...

14 Kasım 2014 Cuma

Yüzbeşinci gün

Bugün bol doktorlu günlerinden biri oldu, oluyor Kurabiye. Sabah TSH değerlerin için tahlil yaptırdık. Sevgili hemşirenin zevzek sorularına maruz kaldık elinin üzerini delerken hem de. "Gerçekten üç aylık mı?" gibi, prematüre demem yetmedi ikinci soru geldi, meraktan ölüyorlar bu soru için, "Kaç kilo doğdu?", 960 gr cevabı hep aynı soruyu çağrıyor zaten, "Kaç kaç?". "Bitti mi iğneyle işi?" deyip susturabildim ancak onu, sen ağlarken minik minik. Ama aşı ağlamalarına benzemiyordu, muhtemelen aşı daha can yakıcı bir şey. Yine de gözlerin yaşlandı, anladık ki evdeki emreden ağlamalardan değil bu, can yakanlardan.

Öğlen de göz muayenen vardı, uzunca bir süre için son kez oldu sanırız. İnşallah, böyle devam eder her şey, talihin, kaderin. Seni yine kucağımdan alırken tembihlediler "Yan odaya götürüyoruz, kısa sürecek, bağıracak, geri getireceğiz" Tam da öyle oldu; yan odada kısa sürdü, bağırdın, getirdiler, sustun. Allahtan benim gibi bizim gibi kinlenmiyorsun, unutuyorsun diye düşündüm Kurabiye.

Dün bir video izlemiştim; bir terapist, bebekler sizi manüpüle edemezler, ağlıyorlarsa vardır bir sebebi, diyordu. İhtiyaçları görülsün diye ağlarlar, diyordu. Sizi manüpüle ettiğini -ben bunu inadıma yapmak olarak adlandırıyordum ilk günlerinde, hainliğine gibi- düşünüyorsanız, çok yoruldunuz demektir, acil yardım alın, bebeği birine bırakın, dinlenin, diyordu adam. Onu düşündüm bugün. Seni kaçıncı kez doktora götürüp, bir yerlerini deldirip, elletip, kanatıp getiriyoruz. Bir park yüzü görmedin, ki o ayrı yakıyor canımı. Kediyi bile mükafatlandırabiliyorduk zor işler olunca, sana malesef sütten başka yok mükafatımız henüz. Sen de unutmasan, benden bilsen olan biteni, bir ömür kızabilirsin bana. Sen benim canımı yaktırdın on gün önce, gözümün yaşına bakmadan hem de, diyebilirsin. Ama yapmıyorsun, acı sona erdiğinde, seni kolumuza aldığımızda hemen susuyorsun. Nasıl öğrenmesin insan senden bir şeyler, nasıl şikayet edeyim senden ben. Bu günlük hep şikayet gibi görünse de, adı şikayet değil Kurabiye. Adı büyümek, adı sabır, adı şaşırmak, adı görmek, adı anlamak. İçimi, insanı, olanı biteni, seni. Ondan, yanlış anlattıysam kendimi, dokunduysa içine, affet beni nolur. Çok ağlıyor bu çocuk desem, tüm gün susuyorsun, korkuyorum. Çok süt içiyor diyorum, bırakıyorsun ertesi gün. Her şeyin güzel senin, bir eşek varsa o da benim, el kadar bebekle eş sanan kendini, eşek benim. Affet beni olur mu...

Neyse, babalara gelelim bir de istersen. "Çayım soğudu" nidasını çok duyuyoruz kendisinden. Benim nerelerim soğuyor sen biliyor musun, demek zorunda kalıyorum genelde kendisine. Babaların çayı soğuyormuş Kurabiye. Sana neden diyorum bunu, sen de oğlan çocuğuysun, bir kız falan sever, baba oluverirsin. En fazla çayını soğut, emi, benim annem öyle gördü de, emi, unutma bak...

Öptüm seni ve sevdiğin her şeyi- yani şimdilik sütü, uykuyu, çıkan gazı, çişi, kakayı...

13 Kasım 2014 Perşembe

Yüzdördüncü gün

Bugün olanları bir bir demem lazım Kurabiye. Bu görev gibi, ödev gibi olan günlükten ötürü kendimi sık sık kendime açıklama yapar, kendi kendine konuşur buluyorum. Unutmıyım da yazıyım derken buluyorum. O yüzden kendimi onca sıkıntımın yanında, bari bu sıkıntıdan kurtarmak adına yazıyorum Kurabiye hemen şimdi...

Bugün annen, tam iki kere dışarı çıktı Kurabiye. Babaanne bize geldi, ben de seni ona bıraktım, çıktım dışarı. Kulağımda birçok anneden duyduğum "yardım alın, alın, alın" lafları ile "peki" dedim babaanneye "sen git" deyince o bana.

Hoş biri hastaneye diğeri de markete de olsa, sokak sokak demek değil mi. Gündüz gözüyle sokağı görmek, otuzküsür gündür tutsak bu kadıncağız için kocaman bir şey değil mi, öyle öyle. Noldu tabi ben çıkınca, başım döndü evler, arabalar, gürültü falan filan. Sendeledim, yavaş yürü kadın, alışık değilsin sen dedim.  Neyse gittik hastaneye, ellerim tahriş olmuştu biraz sudan, dezenfektandan. Endişelendim sana da geçer mi falan diye, gösterdim doktora. Beş saniye baktı bakmadı, "anne hastalığı bu, olur olur" dedi. "Yok ya" diyecektim, demedim hadi. Merhem yazdı sonra. Ben naptım peki; sokağa çıkmanın baş döndürücülüğü ile soluğu ezcanede alıp, 9 TL lik merhemi sigortadan verip, 150 TLlik ürün aldım oradan. Sana bana dair kremler, viksler artık ne gelirse aklına. Tıkalı buruna Bruno da alacaktım ki, tuttum kendimi. O da bir dahaki delilik anında alınsın, kalsın, dedim. Kasadaki kız bile güldü, 9 TLlik reçeteyle gidip, onu da sigortadan almak için on dakika onay bekleyip, 150 TLlik malla çıkan kadını görünce "Yeni misiniz siz?" dese yeriydi hani.

Bu Bruno cici bir reklam idi, çok gülmüştüm ilk gördüğümde, hatta annelere filan yollamıştım izlesinler, diye, haha gülerek. O zaman güldüğüm reklamı bugün acı acı anladım Kurabiye. Burun açıyor bildiğin, ve bu çok mühim rahat uyku için, hem size hem bize.


Ah Kurabiye, benim şu otuzküsürde öğrendiklerim boyumu geçti oğlum. Ha şimdi sorsalar bir tane daha yapar mıyım, yani hemen şu an yapmam Kurabiye. Önce bir tüm anneler gibi unutmam gerek olan bitenleri ve önümüzdeki yeni süprizleri..

Neyse, ikinci çıkış markete idi. Evin ihtiyaçlarını gördüm. Ha ne aldım sonra, içimde nasıl yer etmişse saldırdım rafta görünce; süt yapmayan makarna ile süt yapmayan kaju fıstık aldım arkadaş. İçim inliyor kremalı makarna, makarnaaa diye. Süt de bir yere kadar, değil mi ama. Olsun şuncacık özgürlük alanlarım, güldüreyim kendimi millete olmaz mı. Yapılacak o makarna arkadaş.

Eve geldim sonra, ölüyorum yorgunluktan. Naptım toplamda, bir saat doktor, yarım saat market ile tam birbuçuk saat sokakta kaldım ve başım döndü Kurabiye. Kolum, bacağım sızladı. İyiymiş bizim kölelik dedim, içerideki oda, salon, mutfak, banyo arasında git gel, sessizce otur, karga seslerini Kurabiye bızıklamasını san, kork. Ani bir viyak ile daldığın öğle uykusundan uyan, koridoru koş, alt kakalı mı bak, değilse salla, olmuyorsa meme ver. Alışmış bünye bu ritme, ambale oldu araba, trafik, insan, tükkan görünce. Eczaneye bayıldı paraları, marketten aldığı makarnayla gururlandı falan.

Ben mi seni büyüticem, sen mi beni küçültücen bilmiyorum Kurabiye. Ama bildiğim, burun mühim. O Bruno alınacak arkadaş...

12 Kasım 2014 Çarşamba

Yüzüçüncü gün

Sakin günlerinden biri oldu Kurabiye. Hatta süt aralarında birkaç kez ikişer, üçer saat uyuyarak beni şaşırttın. Artık büyüdüğünü düşünüyorum. Kaka yapışın, sıklığın değişiyor, yemek arası uykuların değişiyor, sanki daha bir oturuyor yerine. Siz bebekler de bize, eve ve ebeveynlere uyumlanıyormuşsunuz zamanla. Yani henüz adam gibi göz göze bakamasak da, birbirimizi bir parça tanıyoruz anlayacağın.

Birkaç kez sıçradın bugün, korkuttun beni. Korkutuyorlar mı Kurabiyeyi yoksa, dedim. Hani birkaç delilik anında sana sert şeyler demiş, etmiş olabilirim ama; geldi geçti bak onlar. Daha sakinim nispeten, sen de daha sakin olunca. Ben mi korkuttum seni de, yer etti kafanda diye üzüldüm. İşte bak, tuttum bunu da kendimden bildim. Ananın problemlerinden biri de bu işte naparsın, her şeyden nem kapsın, kendinden bilsin olanı biteni. Neyse, sen sıçrama bir daha öyle, emi. Süt desen elinin altında, kaka desen bir bağrışta şıp temizleniyor, gaz desen iki dakikada pış pış sırtında. O yüzden, henüz korkacak, dert edecek hiçbir şeyin yok senin, bir ömür de olmaz inşallah diyelim.

Bugün seni bana dolayıp gezdirmek için bir kuşak geldi Ankara'dan. Bakalım, başarılı olursak bana yapışık yaşayabilirsin bir süre. Yalnız bu Humana denen süt çayı yüzünden pastırma kokabiliyorum, ki duymuşsundur çok kez; bana bağlı yaşarsan bu kokuyu daha sık içine çekmen gerekecek. Sen bir düşün taşın.

Ha bir de ağlamalardaki ton farkını daha bir sezdim bugün. Bayağı tizleşen bir ton var, o acil müdahele gerek, demek, müdahale gelmezse az sonra buzullar eriyip, köprüler kopacak demek. Onu anladım. Kaka ve artık asabiyet yapan açlık ya da ani bir rüyadan uyanışta anne denen kadını yanında bulamayış bu tiz tona neden olabiliyor. Diğerleri bir iki viyak olup kesiliyor. Ansiklopedi gibisin Kurabiye, bakalım daha neler öğreteceksin bize.

Pamuk yatakta biraz fazla inliyorsun gibi geldi, ona da bir çare bulacağız. Bu akşam, minik bir yöntem deniyoruz, başarılı olursak yarın açarım sana tarifini. Yok olmazsak, tarih sayfasından sileriz bu komik buluşumuzu.

Tatlı rüyalar Kurabiye...

11 Kasım 2014 Salı

Yüzikinci gün

Sen bugün kaka yaptın, hani şu an da ağlıyorsun yine ama olsun. Kaka mühim, gerisi teferruat.

Aferim sana Kurabiye...

NOT: ayrıcana, benim bu hallerimi okuyan annelerin içi acıyor bazı bazı, kadın tut kadınnn diyorlar bana. Ne kadar daha sen ben gideriz bakalım Kurabiye. Bu saatler iyi sayılır bir şekilde de, akşama doğru batan gün ile sen yavaşlamadığın için, daha bir zor oluyor sankime. Ha bugün anne naptı, kendine öğle yemeği niyetine ısıttığı çorbayı ocakta unutup -bak önce uyuyup yazıp sildim bunu da- senin çamaşırlarını yıkamaya girişince, çorbadaki pirinç taneleri kavrulmuş şekere dönmüş, bir kase çorbadan üç kaşık çorba kalmış. Ceza olarak onu içtim kalktım tabi ben de. Çok katıyımdır kendime, cezalarım vardır çekerim. Artık sen düşün, sana neler ederim, ama yani herhalde Allah baba veriyordur sabrını, niyazını, değil mi. Versin..

10 Kasım 2014 Pazartesi

Yüzbirinci gün

Evet Kurabiye, ayırt edici, tarihe not düşücü hemen hiçbir özelliği olmayan günlerden birine geldik desek abartı olmaz. Umalım ev günlerimiz böyle devam etmesin. Hızlıca göz atalım güne.

Yine seni avuturken bir ara aynada kendime baktım, boynumda evlenirken gördüğüm kemikleri gördüm. Sanırım bir de o zaman böyle kilo vermiştim. Bugün sabah tartılmaya niyet etmiştim ki, yine sen zor ve aniden uyuyunca öncelik sıralamam şaştı; yatak topla, oda havalandır, kahvaltı hazırla derken uyandın, uyuttum, kahvaltı et hemen derken aç karnına tartı işi kaçtı yine. Kısmet yarına.

Şimdi tarihe not düşmek için çok büyük görünmese de bir süredir kaka yapmıyorsun, korku ve endişe içindeyiz. Ani bir patlamadan da, içinde patlayıp sana sinir olarak yansımasından da ayrı ayrı korkuyoruz. Hele ben bu tufana gündüz yalnızken yakalanmaktan daha da korkuyorum. Kolaylıkla geçip gitsin bu tufan inşallah olur mu.

Günün geri kalanı, seni uyutmak, uyanınca temizlemek, sonra doyurmak, sonra uyutmak, uyanınca temizlemek ve sonra doyurmakla geçti. Hani bir beş altı ay daha böyle geçer mi, benim saçlarım daha mı çok beyazlar, ama en azından sen büyürsün mü arada. Bilemedim Kurabiye. Anne yorgun, bitkin, ağrılar, sızılar içinde.

Şu an süt diye ağlıyorsun, baban avutuyor seni, ben bunları yazıyorum. Seni avutmalıyız çünkü ilaç verdik, ilaçtan sonra yarım saat aç kalmalısın. Ama sen hemen her zaman aç olduğun için, hiç ağlamayacağın bir yarım saati bulmakta hep zorlanıyoruz, her akşam korku içinde veriyoruz ilacı. Ve işte bu akşam, korkunun ecele faydası olmayan akşamlardan biri. Süt diye ortalığı yıktığın akşamlardan biri. Dayan Kurabiye. Allah baba anneye süt, sana sabır, hepimize yaşama sevinci versin, emi...

9 Kasım 2014 Pazar

Doksandokuzuncu ve yüzüncü gün

Günlük kaymış yine bir gün, olsun güzel bir güne, yeryüzündeki yüzüncü gününe bağlamış bak bizi. Hızlıca dünden alalım olanı biteni.

Ankara'dan cici teyze geldi sana ciciler getirmeye. Elini tuttu senin, baktı içli içli. Kendi iki miniğini mi hatırladı, yeni minikler mi istedi bilinmez. Üzerinde, onun miniklerinin tulumu vardı, senin kadar olduğu günleri hatırlamış da olabilir. Beni ise gayet iyi ama çok şaşkın buldu, şaşkınlık gelip geçiciymiş. Yani gelip geçecekmiş inşallah...

Babanla bugün, ağlamadığın zaman çok güzel olduğunu konuştuk. Ne büyük bir tespit, değil mi. Öyle deme ama yine de, yani düşün hep ağlasan seni hiç güzel bulmayacağız. Alıp atmak falan isteyeceğiz mazallah. Nitekim dün akşam hemen hiç uyumayınca, çocuk esirgeme kurumu ile tehdit ettik seni, yani ben ettim, babana da mantıklı geldi, destekledi beni. Ne diyorduk, ağlamadığında çok güzel oluyorsun. O yüzden en güzel şey, bebek foturafları, neden çünkü ağlamıyorlar orada. Neyse, bu ağlama faslını kesiyorum. Zaten bu ara ne desem, nazar olup geri dönüyor bana gibi hissediyorum. Çok ağlıyorsun derim, sesin soluğun kesilir korkarız mazallah. Ağla annem sen, bakarız sana.

Sonra dün, on ay sonra ilk defa bisikletle tura çıktı annen. Bisikletçi amcaya gidip tekerleri şişirttim, iki liraya satın alınabilecek en büyük keyifi satın aldım anlayacağın. Sahil, deniz, çimen kokusu aldım. Sahil senden önce bıraktığım gibi, halen gençler, sevgililer, ahbaplar demleniyor. Aya bakıyor, dilek tutuyor, balon üflüyor, bir şeyler içiyor diyeyim haydi. Zaman hiç geçmemiş gibi geldi Kurabiye. On küsür ayda hemen hiçbir şey olmamış, zaman hiç akmamış gibi geldi bir an. Garip, halbuki neler neler oldu arada derede.

Bugün ise, nazarlardan korunası uykusuz gecemizden sonra kahvaltımızı ettik, baktık sen aniden sustun, napıcağımızı şaşırdık, napsak ki dedik. Yatalım uyuyalım en iyisi, dedik. Onu yaptık Kurabiye. Sen uyanana kadar sürdü tabi saltanat, ama o da kar be Kurabiye.

Kestane çıkmış bu arada, bildiğin kış gelmiş. Sen yüz günlük olmuşsun. Daha ne olsun Kurabiye. Seni severken, tulumunun enseye değdiği yere takıldı gözüm geçen. Düşündüm, sen büyüycen, abi olcan, delikanli olucan, can yakıcan. Sonra el kızları gömleğinin enseye değeceği yere bakıp titreyecekler, dedim. Behey dedim, ben o günler için içiriyorum bu sütleri işte dedim.

Sonra, oğlanla rakı içeriz diyordum sık sık ki, aramızdaki yaş farkını farkettim bugün de. Sen yirmilerinde içsen rakıyı, ben ellilerimde olacağım. Ve belki bana rakı dokunacak artık, Karaköy'deki salaş balıkçıya gitmek için vapur tutacak,  Oradaki minik sandalyeler popoma batacak. Ananen gülüyordur şimdi kıs kıs, ben dedim sana erken yap şu cocuğu diye, diye. Ben bu yaş farkını hesaba katmamışım bak.

Ama yine de anneyle rakı sözü ver bana olur mu Kurabiye...


7 Kasım 2014 Cuma

Doksansekizinci gün

Bugün güzel bir gün Kurabiye. Sakin bir gün, yani senin dolayısıyla benim sakin olduğum bir gün. Ananen duymuş bir yerlerden, bebeklerin kucak istemeleri normalmiş. Kızım bana kızıyor çok kucağıma alıyorum diye, napmalı demiş arkadaşlarına, Bebekler kucak ister, demişler onlar da. Ama bizimki anane kucağı ister oldu dedim kibarca. Ama  yok, hakkını yemeyelim, hangimiz kucağa alsak susuyorsun artık.

Hatta bugün komik bir anımız oldu seninle, uyuttuğumu sanarak yatağa bıraktım seni, içeri geçtim. Sonra bir çığlıkla irkildim, yanına geldim. Altına baktım kuru, ağzına baktım aranmıyor. Hayırdır, dedim, kucağıma aldım seni. Pat susuverdin. Konuşturdum sonra seni, "bir gram uykumuz var uyunacak, bi pışpışlıcan, dalıcaz kadın, nereye kayboldun!", dedin. Bunu da çok görmemek lazım sana değil mi.

A bir de, sana fısıltıyla masal anlatmaya başladım sallarken kolumda, popodan atmasyon masallar tabi. Kahramanlardan birinin hep Kurabiye olduğu masallar. Fısıldıyorum ki, sesim hem az çıksın hem de bir yerlerden tanıdık gelir belki diye. Masalları yazacağım bir yerlere, bakarsın bir yerlere koruz. İlham da senin odanda, arka fonda Hint müzikleri çalarken, ışık loşken ve etraf mavili mavili örtülerle doluyken geliyor sanki. Odana kamp kurabilirim, haberin olsun.

Renkli rüyaların ve daha renkli günlerin olsun Kurabiye...

6 Kasım 2014 Perşembe

Doksanyedinci gün

Bugün aşı günü. Aynı zamanda temizlik günü, temizlik mühim çünkü temizlikçi abla sana cici hediyeler getirmiş. Bir baktı sana, "oh kocaman olmuş onbeş günde, ne iyi bakmışın annesi" dedi bana, "süt istedi verdik, kaka dedi aldık canım..." dedim mütevazıca, iyi demiş miyim?

Bana baktı sonra, çocuk büyümüş sen küçülmüşün, dedi, betin benzin bembeyaz, zayıflamışın, dedi. Tahin helva tembihini yineledi ben ağzıma tıkıştırırken bulduğum yiyecekleri. Sen büyürken ya da hepimiz büyürken birileri küçülüp un ufak mı oluyor Kurabiye? Ne garip düzen değil mi, belli miktarda enerji var belki, birileri alınca birilerinden çekiliyor belki. Ya da işte uykusuzluk açlık falan bana oyunlar oynuyor.

Aşı Verem içindi, umarız ateşlenmeyeceksin. Hemşire ablalar da gördü seni, onlar da çok sevdi, kocaman olmuş, annesi ne iyi bakmış, dedi. Hoşuma gitti bişileri iyi yapmış olmak, öyle olmasa bile çok, öyle denmesi hoşuma gitti.

Sonra, alt kattaki cici teyze uğradı, pazara gidiyorum bişi ister misin, dedi. Pazarın kendini istiyorum aslında teyzecim, dedim gülümseyerek. Ben pazara gitmeyi çok severdim ya da severim Kurabiye. Senin güzel varlığından ötürü diyeyim hadi- yüzünden demeyeyim, gidemiyorum artık. İstedim bişiler yine de pazardan, senin de benim de boğazımdan pazar meyve sebzesi geçsin diye.

Sonra ne diyeceğim, dünkü sütten sonra gaz çıkartırken sen, yani geğirirken, soğan koktun gibi geldi Kurabiye. Utandım hafif, soğan süt yapar dendiğinden ötürü hemen her gün yedim, yiyorum. Ama sütle bunun da tadının kokusunun sana geçeceğini hiç düşünmemiştim. Umarım yakmıyorumdur mideni, boğazını. Her şey şifa için tatlım, icabında kekik de nane de yer annen, dengeler olanı biteni.

Uzun uykuların, bol kakaların, iştahların olsun minik kocaman adam...

5 Kasım 2014 Çarşamba

Doksanaltının sabahı

Gün uzar, daha bir sürü anı bırakır belki bize, ama bunu demem lazım Kurabiye.

Alışmaya çalıştığım bu ev hayatının göbeğinde, baban yokluyor arada beni, naptım, nasılım, sen naptın, nasılsın, uyudun mu diye. Sonra da bana iyi gelsin diye, "salona getir istersen Kurabiye'yi, değişiklik olur sana" diyor.

Bana, otuzküsür yıllık kadına, gezmeyi, tozmayı, müziği, dansı, denizi, kitabı, şiiri, foturafı pek seven, sevdiğini sanan kadına değişiklik olsun diye salon öneriyor adam Kurabiye. Bu hallere düşecek kadın mıydım ben Kurabiye. Dayınla Kasım ortası pat Paris'e giderken, babanın Brüksel eğitimlerinin ucuna kendimi zorla ekletip oradan Amsterdam'a uzanırken, Hindistan'da fare ve inekleri seyrederken, Tayland'da AfterBeach Bar'a gündüz çorba akşam biraya scooter arkasında gider iken, LasVegas eğitiminin ucuna burnunun dibi diye NewYork çıkartması eklerken, ve hatta Cambridge'e eğitime giderken dönüşü Stokholm'den yaparken; salonla avutulacak kadın mıydım Kurabiye. Neettin oulum bana, bize, neettin...

4 Kasım 2014 Salı

Doksanbeşinci gün

Bugünü nispeten sakin ve güzel geçirdik, değil mi Kurabiye. Tabi günü sabaha karşıdan alırsak iş değişebilir. Sabaha karşı 5 gibi gelen ağlama ve kucak isteme 7 gibi anca gitti yanılmıyorsam. Bir ara battaniyeyi yüzüne örter gibi yaptığım, senin de korkup sustuğun oldu. Ama sonra ananenin "melek o, melek melek" lafını anımsamaya çalıştım. Belki de sadece saatten haberi olmayan ve muhabbet isteyen bir varlıktın o an, çektim battaniyeyi. Baban da uyandı zaten nihayet, sen de korkup susar gibi yapınca, her şey süt liman oldu.

Hep sırt üstü yattığın için sırtına masaj yaptım bugün, çok hoşuna gitti gibi geldi bana. Hatta çok iyi anlaştık bence bugün nazar değmesin. Her ağladığında bakmadım misal, sen de üstelemedin. İhtiyaç çok elzemse radde radde yükselttin sesini, o zaman koştum geldim ben de, Kakaysa kaka,gazsa gaz, sütse süt hazır ettim hepsini. Sardım sarmaladım. Kölelikten gönüllü köleliğe geçiş olabilir zamanlardan. Daha iyileri de bizim olsun inşallah.

Cici bir teyzeden cici bir hediye geldi bugün sana, evde huzurla büyü diye. Sistem basit, biz yiyeceğiz sana süt olacak.

Konuşmadan anlaşma düzeninde bu hızla ilerlersek, insanların geri kalanıyla konuşmayı topyekün kesebilirim. Belki de gerçekten, gereksiz yere ve gereksiz fazla konuşuyoruz. Belki her şey çok basit, çok açık seçik. Deştikçe bulandırıyoruz belki. Renk katayım derken çorba ediyoruz belki. Ebruda desen yapıcam derken leke yapan acemi fırçalar gibi. Sen benden henüz bence bir şey öğrenmedin, ama ben senden öğreniyorum Kurabiye. Bana sık sık diyorsun ki, yeterince dikkatli bakarsan ve istersen, görebilirsin. Alice'in tavşanı gibi, bilinmeyen bir yeryüzüne açılan kapıları tutuyorsun belki de.

Ömrün güzel, bahtın açık olsun Kurabiye...

3 Kasım 2014 Pazartesi

Doksandördüncü gün

Bugün başbaşa ilk gündü. Klasik olarak uykudan gözlerim yanıyor bu satırları yazarken, demek ki kötünün iyisi; çok kötü geçmemiş gün. Bilançoya bakarsak, soğumuş yumurta, soğumuş rezene yanında okunabilmiş iki dergi yazısı. Fena değil, daha iyileri da olabilir, olacaktır.

Bisiklete bindi sonra anne bugün, baba geldikten sonra, sana popo silici almak bahanesiyle senin nokta halin içime düşmeden önce bindiği bisikleti tuttu çıkardı annen. Mevsim dönmüş dışarıda Kurabiye. Babayı güldüren şekliyle anlatırsam, ben içeri girdiğimde mevsim yazdı Kurabiye. Son bisiklete bindiğim yer ve zamanı ise anımsamıyorum. Geçen senenin bir yerlerinde olsa gerek herhalde.

Bugün bir saatten çok uyumadın ayrıca. İyiye yorarsam, beni görmek istediğin için sık sık uyandın diyebiliyorum. Ağlama sesin gittikçe tizleşiyor sanki, sen ağlarken buzluktan süt poşetleri düştü bugün, uzun koridorda hanginizin daha önemli olduğunu düşünürken buldum kendimi. Sonra havuz problemlerini hatırladım, hani şu iki musluk akarken alttan dört tanesinin manyakça bir ısrarla boşalttığı havuzlar. A pardon, sen daha bilmiyorsun, ama bileceksin. İşte tam olarak o havuzun içinde hissettim kendimi. Alttakini mi kapatmalıyım, üsttekini mi açmalıyım diye düşündüm havuz dibinde nefessiz bağdaş kurmuşken.

Uykusuzluk iyi etmiyor sanırım beni Kurabiye. Günün çentiklerini senin kaka sayınla atmak da garip ediyor. Gaz sancısı denen şeyi seninle birkaç kez çok yakından tattığımızdan ötürü, popondan çıkan kakayı sayıp kokluyoruz yavrum Kurabiye. Otuzdört yıllık çok müstesna hayatımın dönem itibariyle geldiği nokta budur işte Kurabiye. Ben garipsemeyeyim de kim garipsesin, değil mi. Anneler gülerek, babalar garipseyerek, çocuksuzlar ne saçmalıyor diyerek okuyor olabilir. Sense, a ben hiçbirini hatırlamıyorum bunların, diyerek okursun sanırım.

İlaç saatin yaklaşıyor ve dilimizde yine aynı şarkı seni uyandırmaya hazırlanırken acı ilaç için "kötüyüz biz, kötüyüz, kötüyüz..."

Uyu, büyü Kurabiye...

2 Kasım 2014 Pazar

Doksanüçüncü gün

Gün atlamalar geldi bak Kurabiye. Şu yirmiküsür günün sonunda, öğrendiğim en net şey, direnmemem gerektiği oldu. Onu ediyorum bugün. Atlıyor mu atlasın, ağlıyor mu ağlayacak, bakacaksın ekolünü geliştirmeye çalışıyorum. Yeniyim, gelme üzerime emi...

Anane gitti bugün, mahzun bıraktı ardında beni. Her şey daha zor olacak artık diyoruz babanla birbirimize, kah sözle, kah bakışla. İyi geçirdik bugünü çok şükür, sandıklarımız başımıza gelmedi. Hatta gün ortası sevindik, babanın sözleriyle aktarırsam "pazar sabahı 7'de kalkıp günün kayda değer tek şeyinin kaka yapman olması ne tuhaf!" dedi. Kaka yapmıyordun senin normaline göre uzunca süredir. Sen koktun, biz sevindik Kurabiye...

Korkuyor muyum, halen deliler gibi. Ama olanı olduğu gibi kabullenmeye, akıntıya karşı durmamaya çalışacağım bir filmin geçen gün dediği gibi. Evet biz film izledik geçen gün, tabi geçen gün dediysem açmam gerek. Niyetlendiğimiz filmi üç dört güne bölerek izleyebildik, ama izledik neticede.

Tüm bir pazar evde ve kısık sesle geçti, sanki birinden gizli bir şeyler yapıyor gibi. Bir ömür geçer mi dedim. Dün olsa, geçmez al götür bunu anne, derdim ananeye. Nitekim dedim birkaç kez, ama bugün olanı olduğu gibi kabul etcen kadın, dedim. Bir de bunu deneyeceğim.

Annelerden sık duyduğum, "biliyorum, geçecek" önermesine güvenmek, tutunmak istiyorum. Yoksa ben başka bir şey oluyorum burada, tanımadığım, görmediğim bir şey oluyorum. Dışarıda on dakika fazla kalınca kendini suçlu ve eşek hisseden, evde terlikler ses yapmasın diye yalın ayak koşan bişi oluyorum.

Son olarak, yıkadık seni bugün babayla ilk defa. Yani ikimiz yalnız ilk defa. Bir baktın bize, bunlar tutuşmuş zaten, bir hareket yapsam korkar suya düşürürler beni, iyisi mi uslu durayım dedin, ya da babaya öyle geldi.

Sen bizimle konuşmaya devam et Kurabiye... Alttan al bizi...

31 Ekim 2014 Cuma

Doksanbirinci gün

Bol ağladığın günlerden biri Kurabiye. Umarız bu bir alışkanlık, hatta sende yapıtaşı olmaz. Ayırt edici noldu bugün de bakıyım, dersen hiçbir şey yok. Ananen tüm gün üzerimden çıkarmadığım pijamalarıma saydı bol bol. Halbuki ne değiştiricem, süt sağma, süt verme, alt değiştirme ve ütü yapma dışında naptım, sanırım hiçbir şey. Bir ömür böyle geçer mi, umarım geçmez. Şikayet gibi görünen bu saptamaları kesmem gerek daha büyük sıkıntılarla sınanmadan. Ama hani biz alışamadık henüz Kurabiyecik olan bitene.

Arada sana komik kıyafetler, daha doğrusu henüz sende oldukça komik duran kıyafetler giydirerek eğleniyoruz. Neye güldüğümüzü anladığından emin değiliz, şüpheli gözlerle bize bakıyorsun.

Sonra, ananen bana bugün pasifloralı çay almış, her ne kadar sen iç çocuğa süt olsun, sakinlesin, dese de; çayı daha çok bana almış gibi görünüyor.

Hayalim, laftan anlayacak bir çocuk idi, akıllı mantıklı insanlarız bak bizler diyerek konuşmaktı. Doğru yolda mıyım, yani yol uzun, taşlı, yol çalışmalı, tünelli bir yol da olabiliyorsa, hadi doğru yoldayım diyeyim.

Yazılar gittikçe sempatiklikten uzak mı oluyor ne, yok yok toparlıcaz Kurabiye. Ya ben alışıcam olan bitene, ya sen sakinlicen. Yoksa insanlık nasıl yıllarca çoğalsın, değil mi. Vardır bir hikmeti..

Uyu Kurabiye.

30 Ekim 2014 Perşembe

Seksendokuzuncu ve doksanıncı gün

Gün atlamaları başladı işte. Olacağı bu idi, yine de iyi gidiyorum belki de, ne dersin Kurabiye? Aslında dün yazabilmeliydim, önemli günlerden biriydi minik yolculuğumda. Kendimdeki çıkışsızlığı, şaşkınlığı, isyanı farkettiğim günlerden biriydi.

Ağladı dün annen ara ara, bu çocuk neden susmuyor, neden susturamıyorum, beni görmüyor bile, nereden çıktı şimdi bu, beni sevmiyor, yoksa ben de onu mu sevmiyorum, yoksa harcım değil miydi, neydi ne oldular dedi dedi durdu. Anane, sendrom bu sendrom, duymuştum ben, dedi. Öyledir belki. Ben sendromumu, doğumunla atlattım sanıyordum. Halbuki sendrom iki parçalıymış. Olay doğum sonrası bebekle kırk gün imiş, biz doğum sonrası kırk günü geçirmişiz henüz. Bebekli günlerin ise yirmilerindeyiz. Kırkta umarım daha iyi oluruz, inanıyor bile olabilirim buna.

Gece gaz sancıların tuttu, avutamadık seni. Zaten ben uykudan baygın haldeydim, sen bas bas bağırırken; ananenle baban sen git yat, dedikçe ben gittim yattım. Sonra bir uyandım sessizlik, herkes uyumuş. Ağır bir suçluluk ve korku, sen anne değil misin, nasıl uyursun o bağırışta, şimdi beslenme saati, nasıl uyandırırsın uyuyan devi. Sonra besledim sakin sakin, gaz sancısı geldi geçti bu defalık diyelim.

Bu sabah, yağmurlu ve oldukça tatsız bir havada evden çıktım sana alışverişler için. Puslu havaya eşlik eden yoğun suçluluk duygusu ile, annelik denen şeyden, şeyimden utanarak. Bu çocuk üşüyor dedim satıcı kadına, gazı da var, dedim. Ne verdiyse aldım sonra. Oradan çıktım eczaneye, bu çocuğun gazı var, dedim ne verdilerse aldım. Birkaç tatlı anneyi taciz ettim yine, bu çocuğun gazı var, dedim, ben hiç iyi değilim, dedim. Hepsi, biliyoruz, dediler. Hepimiz öyleydik, ilk zamanlar hep böyle, dediler. Ben hiç bilmemişim Kurabiye, bu zamanlar demek böyleymiş. Bir parça rahatladım yalnız değilim diye, sevginin başka türlü bir şey olduğunu düşünmeye çalışıyorum. Aslında üzerine kafa yormamaya çalışıyorum.

Minik bir şey daha diyeyim sana, metrobüsle dönerken uyuklar gibi oldum, bir rahatlama geldi üzerime, şu an kulak kabartman gereken bir yer yok uyu, dedim; şu on dakika tamamen özgürsün uyku için, uyu dedim. Cici bir anne yıllar önce demişti konaklamalı bir gezide. Biz, burada mı kalıcaz, ne sıkıcı ve sakin derken, o bu gece çok güzel benim için, ilgilenmem gereken hiçbir şey yok eve dair, demişti. Bir parça anlamış olabilirim ne dediğini.

Daha da iyi günlerimiz olsun, olur mu Kurabiye...

28 Ekim 2014 Salı

Seksensekizinci gün

Günlük, bu olanları çok sonra hatırlamak için olduğundan, rahat rahat yazıyorum Kurabiye. Bugün türlü duygu geldi, yokladı beni. Gittiler mi, tam gitmediler. Demeye çalışacağım bir çırpıda.

Akşam uyumadın yine, çok zor daldın diyelim. Hatta ben değil ananen uyuttu seni. Bu da bende onlarca soru yarattı, hala da cevaplarından emin değilim. Beni görmüyorsun, bilmiyorsun, hatta sevmiyorsun diyorum. Ben de seni uyutamıyorum, avutamıyorum, sana yetemiyorum, diyorum. Garip bir uzaklık var aramızda gibi. Bugün yalvardım sana sütten sonra kucağımda; nolur dedim, yardım et bana seni anlamama. Anlamazsam yardım edemem, dedim. Anlarsam, elimden geleni yaparım dedim. Duydun mu bilmiyorum ama gözüm çok korkmaya başladı Kurabiye. Neler dedim akşam sabah, ananen baban korktu. Herkes anne olmamalı, dedim. Herkes ısrar etmemeli, dedim. Beni sevmiyor, dedim. Sonra sen daha çok huysuzlandın. Sen huysuzlandıkça ergen olup kapıları camları çarptığını hayal ettim. Sığamadım içime, dışıma.

Sonra baban dışarı çıkardı beni, insan içine çıktım. Pis saçlarla insan içine çıktım. Tatlı yedik tatlı konuştuk, diyelim. Sorunu anladım sonra kendimce. Sana ne olsa kendimden biliyorum. Bu bir senlik değil, aslında benlik mesele. Dünya ellerimde dönüyor sanıyorum. Sen meme almıyorsan, benden ötürü diyorum. Uyumuyorsan, ben uyutamıyorum, diyorum. Aslında çocuksun belki de, böyle bir çocuksun belki de.

Yaklaşan uykusuz geceden yine çok korkuyorum. Keyif diyorlar ya, o bir an önce gelsin bizi bulsun diyorum. Ananen dönüyor haftasonu, geri kalan bizlere hayat dar olmasın diyorum.

Çocuğu olan kadın mutlu olur, ben de olayım diyorum. Öyleysem de farkedeyim diyorum.

Uyu olur mu Kurabiye...

27 Ekim 2014 Pazartesi

Seksenyedinci gün

Bugün tam üç aşı oldun Kurabiye. Doktor amca ne yağan yağmura, ne sana acımadı, batırdı iğneleri, boşalttı ağzına karışımları. Bir damlacık boyunla çok şeyler yaşıyorsun gibi geliyor bize, umarım kötü şeyler etmiyoruzdur sana.

Bir de kalça ultrasonun vardı bugün, yine yufka yürekli anne olup bacağını adam gibi tutmadığım için sen ağlarken, bıyık altı gülümsemelere maruz kaldım doktor hemşire ahalisinden. E ağlıyor dedim gülümseyerek ben de, hemşire sen gel tut, dedi sonra doktor. Onlara et çuvalısınız belki de. Sense muameleye ağladın bence. Sonra tepende koca bir florasan vardı, yoğun bakımdakilere benzer. Sakıncası yoksa, dedim, bu ışık kapanabilir mi ben giydirirken, florasan sevmiyor, dedim. Hemşire anlamsızca bakarak kapadı ışığı. Ve sen tabi ki kestin ağlamayı. Hatırlamak istemiyorsun uzun yoğun bakım gecelerini çünkü, biliyorum, bildim. Bunu bildiysem, anladıysam, daha birçok şeyi de bilir anlarım, değil mi Kurabiye.

Bugün yine günlerimin keyiften çok endişeden ibaret olduğunu anlattım bir anneye. Biliyorum, dedi; geçecek, dedi. Normalmiş Kurabiye, her anne geçmiş buralardan. Her uyanışın, "şimdi neye ihtiyacı var acaba"dan, "ne güzel uyandı oynayalım"a dönecek herhalde bir gün.

Geceyi de rahat geçirirsen, yarın seni yıkayarak, bugünün tüm kötü muamelelerini, can yanmalarını unutmak istiyoruz Kurabiye.

Kulağına fısıldadığım zaman, sen beni dinlemeye devam et, olur mu. Güç veriyor sakinliğin, sükunetin ve bakışların çünkü bana. Öptüm seni pamuk teninden...

26 Ekim 2014 Pazar

Seksenaltıncı gün

Bugün saatler geri alındı Kurabiye. Sen arada, ya fazla ya az yedin, bir karışıklık oldu kesin. Bir de uyutmadın kendini, ananeyi ve beni. Babayı soruyorsan, baba halen hasta, ondan çok uyuması gerekiyor. Bu numarayı sen ve ben daha ne kadar yeriz bilmiyorum, çok sürmez herhalde.

Sabah, beni uyutmadığın için sana kızdığımı farkettim, hatta baban da farketti, sonra sen daha çok ağladın. Sonra ben napıyorum dedim, sakinledim. Sonra sen de sakinledin. Biraz zor gelse de, sakinliği korumaya çalışacağım. Herhalde bir şey olmuştur da akşam uyumamışındır, diyeceğim. Yoksa gıcıklığına, sırf biz uyumayalım diye yapmamışsındır diyeceğim. Deneyeceğim.

Bugün ev imkanlarıyla seni tartmaya çalıştık. Kendimizi darı belleyip, seninle ve sensiz tartı üzerine çıktık. Herbirimizde farklı çıktı kilon biraz, o yüzden doktorun tartısına bel bağlamaya karar verdik yine. Yarın yine doktor kontrolün ve kalça ultrasonun var. Saydım Kurabiye, eve geldiğin onküsür günde tam altı kere çıkmışın evden, hepsi de doktor işleri için. Arabada gezmeyi seviyorsun, onu anladık sayılır. Ancak bu kadar çok doktor ziyaretinin, can yanmasının acısını çıkaracaksın sanırım, hakların birikiyor içeride.

Sonra bugün, evlilik yıldönümünde sağdığım sütü içtin. Hani benim ağlayarak sağdığım, iki sağma saatini kaçırıp toplu sağdığım, senin hakkını gasp ettiğim için kendimi çok kötü hissederek sağdığım. Acaba dedim, benim üzüntüm süte geçti de, sen de onu içtiğin için mi ağladın tüm gece. Sağmalara daha dikkat ediyorum bundan sonra, elde rezene, arkada Hint müzikleri ile sağmayı deniyorum.

Neşeli uykular, bol sütler, bol kakalar Kurabiye...