31 Ağustos 2014 Pazar

Otuzuncu gün

Bugünden kalan belirgin iki anı var sanki. Ya da şu an ikisi daha net görünüyor gözüme.

Seni görmeye geldiğimizde hastaneye, yandaki Kurabiye'nin ablası oradaydı yine, usulca yaklaştı bana. "Buradan çıktığı zaman, senin annesi olduğunu bilecek mi? dedi. Yine altı yaşından -pardon altıbuçuk- beni aptalallaştıran bir soru. "Bilmiyorum, umarım bilir, anlar" dedim. "Annelerin kokularını ve seslerini tanıyorlarmış" dedim. Hoş benim kokum ve sesimden sonra araya neler neler girdi bir ayda, bir diğer ayda kimbilir ne kadar başkalaşacak.

Süreç ilerledikçe, bundan normal bir şeymiş gibi bahsetmek, hem iyi hem kötü geliyor. Çünkü eve çıktıktan sonra her şey çok daha zor da olabilir, kabus daha yeni başlıyor da olabilir. Her anı, alışmak için yeni bir şey olan bir durum.

İkinci anıya gelirsek, bir arkadaş ziyaretine gittik bugün. Senden de bahsettik Kurabiye. Üzüntüden çok kilo vermiş olabileceğimi söylediler bana. Kabul etmedim, yani doğru gelmedi o an duyunca. Çünkü kendimi çok üzgün hissetmiyorum. Oldukça garip, hiç tanımadığım ama giderek daha çok sevdiğim bir ruh hali içindeyim, ama bunun adı kesinlikle sürekli bir üzüntü hali değil. Annelik deyip kesip atmayacağım da, sanırım bir şeyler başa geldiğinde, her bünyenin mücadele ediş, adapte oluş tarzı farklı oluyor. Ben kendimde, başıma gelmedikçe hiç tanımadığım bir dirayeti, ısrarı görüyorum çoğu zaman. Bu olayda da bence öyle. "Üzülürsen sütün kesilir" lafından çok etkilenmiş olabilirim. Yalansa bile, gerekli bir yalanmış.

Ömrün uzun, yolun açık olsun Kurabiye. Bunları okusan da, okumasan da, sen dünyaya gelmeden çok önce dediğim gibi;

Gördüğün yerler, sevdiğin kalpler, benden çok olsun.

Pratik bilgiler:

  • Akıl yaşta değil, çocukların duru iç dünyaları ve buluşları muhteşem. Size dokunmalarına izin vermek gerek her yaşta. Kurabiye ile hayatı yeniden keşfedecek olmanın en sarhoş eden yanlarından biri bence. Olanı olduğu gibi görmeyen, içinden içeri doğru bakan bir zihin. Umarım, onu kısa zamanda zapturapt alıp, saçma kurallarımız, kabul edilmiş gerçeklerimizle boğmaya çalışmayız. Masal atölyesinde, yoga atölyesinde, doğa yürüyüşlerinde, Roma'da geçen bilgisayar oyunlarında bulmaya çalıştığımız düşleri, onun için tazeyken, diriyken görür, sonuna kadar yaşatırız.
  • Zorluklar başa geldiğinde, açığa çıkan potansiyelinize ve doğanın kurallarına güvenmek gerek. Her şey olacağına varıyor belki de.

30 Ağustos 2014 Cumartesi

Yirmidokuzuncu gün

Bugün, karın ve beyin ultrason günü idi. Sonuçlar iyi çok şükür. Umarız bundan sonraki parkurlar da benzer şekilde atlatılır.

Komik bir anıyı da not düşmem gerek. Hastane çıkışında ya da evde neleri nasıl giydireceğim konusunda çok tedirgin hissediyordum kendimi. Evde var bir şeyler ama yine de sürekli bir sıkıntı ve yetersizlik hissi içindeydim. Bugün gittim bir mağazadan, beyaz beş tane kısa kollu body ile beyaz üç tane askılı body aldım ve inanılmaz rahatladım. Buymuş dedim olay. Beli açıkta kalmayacak ya, sayıca bol bol oldu ya, rahatlayıverdim. Keşke çok önceden alsaymışım. Hoş bu rahatlama hissi yaklaşık dört saat önce gelmişti, şimd bakıyorum da ufak ufak uzaklaşmış zaten. Olsun, buna da alışacağız sanırım. Bu sürekli bir şeylerden kaygılanma haline.

Bugün ilk defa ev dışında bir yerde süt sağdım, ama dün sağma saatini aksatmış olmaktan çok daha kolay bir duygu idi. Yine de çocukların düzen değişikliğini sevmedikleri gibi, çocuk için yapılan şeylerde de düzen değişikliği istemiyor sanki insan. Ya da tüm bunları Humana'nın kafa yapıcı etkisi ile de söylüyor, düşünüyor olabilirim. Her şey mümkün.

Uzak durmaya çalıştığım internetten, ufak ufak okumalara başladım. Minik kurabiyesi olan prematüre annelerini bulmaya çalışıyorum, biraz da onları darlamak için. İnternetten okuduğuma göre, büyüme hormonları en çok uyurken salgılanıyor. Yani eskiler "uyusun da büyüsün ninni" derken, çok ulu bir laf etmişler. Uyku mühim.

Bulduğum faydalandığım linkler:
http://prematurk.com/index.php
http://www.prematureanneleri.com/
http://www.florence.com.tr/saglik-rehberi/premature-bebek-bakimi.html

Evdeki süreç zorluymuş Kurabiye, kalkabilecek miyiz altından hakkıyla bunun? Deneriz değil mi elimizden geldiği kadar? Birazcık tedirginim. Hemşire rahatlattı bugün. Ben hastane ortamının evde nasıl yaratacağım diye hayıflanırken, gülümsedi sakince. "Eve geliyor artık, orası bir ev, ev ortamı" dedi. Sustu, anlamamı bekledi. O kadar abartma, olacak hepsi demek istedi sanırım. Yine de kafamda bir sürü soru ve kuşku var. Hepsini yazıp seni de ürkütmek, tatlı uykunda tepindirmek istemiyorum. Hallederiz yavrucum.

Pratik bilgiler:
  • Kurabiyelik zorlu bir süreç, her aşamasının kendine göre bir tedirginliği var ve kurabiyelik geçip haylazlık gelse bile geçen giden bir tedirginlik olmayacak galiba.
  • İç bodyler mühim, anne rahatlatıcı, kurabiye bel koruyucu. Yani sanırım.
  • Humana'daki rezene kafa yapıyor, ama anne olarak bir parça rahatlamaya ihtiyacımız var, ondan içmeye devam.
  • Dayın uzaklardan hediye gönderdi bugün bize, bir kitap ve bir CD. Her şey güzel olsun olur mu, bu sonbahar, bu sene, bu ömür.

29 Ağustos 2014 Cuma

Yirmisekizinci gün -2. bölüm

Sözkonusu ikinci bölümü tamamlamam ve bugün tarihiyle koyabilmem için onbeş dakikam kaldı hepi topu. Bir süt sağmayı aksatmak pahasına gidildi balıkçıya. Birkaç gündür sayıkladığım, hayalini kurduğum "karides"leri de yemek de vardı hesapta.

Bir kadeh rakı da içip, sağılacak sütleri atmak da vardı niyetin bir parça içinde ne yalan diyeyim. Ama ne doktordan, ne annelerden olur alamadım, yemedi sonra da. Rakı yoktu özetle.

"Ara sıcak ne yapalım?" dendiğinde karides istedim. "Malesef" dedi İstanbul'un seçkin balıkçsının şirin garsonu. "Nasıl yok?" dedim, "Bir yıldır bunu bekliyorum ben?" dedim, "İstanbul'un balıkçılarında bugün karides yok malesef" dedi. Beni bir gülme aldı, "Şu an başka hiçbir şey istemiyorum, teşekkürler" diyebildim. Rakı içmediğim iyi olmuş bari diye düşündüm.

Saatimin hatırlatması çaldı süt için, gülümseyerek kapattım. Saat ilerledikçe göğüslerim ağrımaya başladı. Sütü aksatmış olmak, gözümde kabahatlerin en büyüğü gibi büyüdükçe büyüdü. Sonra gözümün önüne sürekli olarak, göğsüme yapıştırmakta olduğum pompalar geldi devler ülkesindeki Güliver misali.

Eve geldik bir sonraki sağma saatinde, ben köşeme sağmak için hafif suçlu, hafif korku içinde gelmişken, göğüslerim süt boşaldı ben pompayı yerleştiremeden. Onlar her tarafa aktıkça, benim gözlerim de boşaldı her yana. "Özür dilerim" dedim onlarca kez, "Eşekliğim için özür dilerim". Sonra, gün içinde duyduğum, okuduğum kötü hikayeler geldi aklıma, ya da bir parça yanımdalardı gün boyu zaten. Ne olursa olsun, benim çocuğumsun sen dedim. Bu isimde bir film vardı yanılmıyorsam, "Benim Çocuğum". Bunu dediğin anda duruyor akan sular, onu anladım kendime göre. Ne olursa olsun, ne olursan ol, sen benim çocuğumsun. Nokta. Ne daha az, ne daha fazla. Ne eksik, ne kusurlu, ne zor, sen benim çocuğumsun. Öyle kalacaksın ömür boyu. Ve ben, ne verebiliyorsam elimin geldiği, aklımın erdiği kadar, onu verip, onu diyeceğim sana.

Sen benim kurabiyemsin.



Pratik bilgiler:
  • Süt sağma saatleri mümkün mertebe aksatılmayacak.
  • Artık birçok tecrübe ile sabit ki, bir şeyler çok ama çok istenmeyecek. Çok istenen gözlere hep çöp batıyor, unutulmayacak.
  • Hastane çıkışı denen hadisedeki parça sayıları beni korkudan titretiyordu. Bugün panik halimi gören bir satıcı tuttu kolumdan, rahatlattı beni:
    • Prematüre hastane çıkışında, bir çıtçıtlı iç body, bir de ayakları ve elleri kapalı tulum var, iki eldiven bir de bere. Düşününce çok mantıklı, değil mi. Her yerini güzelce kapatan, akıllı, mantıklı parçalar, o kadar. Korkulacak bir şey yok. Alacak annen sana hepsini. Yarı çıplak çıkartmayacak seni hastaneden. Güldürmeyecek hemşireleri sana ve kendine.
  • Prematüre bebekler, kuvezde sürekli ışık ve gürültü altında uyumaya alıştıklarından- bu kısmı çok acı, okurken de, yazarken de, düşünürken de- eve geldiklerinde gece gündüze, uyku uyanma saatlerine adapte olmakta zorlanıyorlarmış. Onları bu akışa, düzene alıştırmak, yavaş yavaş hazırlamak gerekiyormuş. 
    • Birçoklarının durup düşünmediği şeyleri bile, senin birer birer öğrenmen gerekiyor, nasıl çok değerli olmayasın Kurabiye. Nasıl çok büyük, çok güçlü olmayasın...


Yirmisekizinci gün

Bugün sanırım iki parçalı gelecek. Öncelikle ilk parça, benim olanları unutmamam, sana karşı da kendimi borçlu hissetmemem için.

Bugün de yüzüstü yatıyordun Kurabiyecik. Ve yüzer gibiydin, kafanı ve ayaklarını kaldırabiliyordun, ben de deneyeceğim bunu, pek o kadar kolay görünmüyor gözüme. Yan Kurabiye'nin kuzeni olan minik bir kızla tanıştım bugün. Seni kabloları çekiştiren ve ağladığında ağzına emzik tıkıştırılan Şirin olarak tanıyor kendisi. Bana bugün, "içinden bir şeyler dersen  o seni duyabilir biliyor musun" dedi. Aptalladım çünkü ben sanırım seninle sürekli yüksek sesle, hatta el kol hareketleriyle, etraf kalabalıksa da daha kısık sesle, ama illa ki sesle konuşuyorum, ses geçirmeyen canım ardından hem de. Ve altı yaşındaki abla haklıydı aslında. Yine bir aydınlanma anı...

"Annesinin kucağında olmak ister bebekler, o yüzden mi ağlıyor?" dedi bir de. "Olabilir ama bunların hiçbirini hatırlamayacak büyüyünce, merak etme" dedim. Tüm olayların beni en rahatlatan yanlarından biri bu sanırım. Ne garip değil mi, bunları hatırlamayacak olman beni rahatlatıyor. Ne kadar acı, sıkıntı varsa çekilecek, en azından şimdilik kısmı için, bizim hesabımıza. Senin hesabın temiz daha. Zaten şu an karnımda takılıyor olman gerekiyordu. Rahatını bunca bozmuş olmak bile yeter de artar.

Sonra noldu, seni yine yüzüstü yatırmışlardı dediğim gibi. Yüzün diğer tarafa dönük, aşırı hareketlenmenden uyandığını anladım. Hemşire ile gözgöze geldik, babandan kaçamak "yüzünü bize mi çevirseniz?" deyiverdim cam ardından. Hemşire geldi gadget kollarıya, hop çevirdi kafanı. Bizim aklımız çıktı, baban bana saydı durdu, çocuğun rahatını bozdun naptın diye. Bencillik miydi yüzünü görmek istemek, bilmiyorum. Ben öyle tutup çeviremezdim de seni, onu da biliyorum. Gider öte taraftan bakardım sana, ya da sırtından severdim pıtır pıtır.

Ha sonra vitrine gezmeye çıkmış şişko teyzeler geldi bugün. Tam ayrılacaklar hastaneden-bunu sonunda anladık- bir tanesi seni görmüş önceden, diğeri de görsün çok istemiş, niyeyse. Geldiler, sana baktılar, "a çok küçüükkk" dediler, sonra veda ettiler birbirlerine, aksi yönlere doğru gittiler. Yanime Kurabiyecim, bak sırf seni diğeri de görsün diye tombik sürahi teyze, diğer tombik teyzeyi kolundan çekiştirip getirmiş katına. Çıkarımlar muhtelif. Etraf, dertsiz insan dolu, etraf rahatsız insan dolu,  hadi ya da etraf Kurabiye Çocuk sever dolu.... Yurdum insanları. Hatırlat ben de edeceğim bir bitsin şu hastane dizisi. İşim gücüm yokken hasta katları gezip, odalara dalıp "geçmiş olsun, neniz var? Geçer geçer" diyeceğim. Yapacağım bunu.

İkinci kısım akşama. Bugün evlilik yıldönümümüz bizim. Ve ben sanırım doğduğundan beri ilk defa bir süt saatini aksatacağım. Kaygılı, meraklı, heyecanlıyım. Neler hissedeceğimi, nasıl olacağını kestiremiyorum. Ama olup bitince sana diyeceğim.

Yeni yetme annen,

28 Ağustos 2014 Perşembe

Yirmiyedinci gün

Bugünün nadide çıkarımlarına geliyorum Kurabiye'cim. Baban okudu bizi, artık bir sır değiliz. Bir kişi biliyorsa tüm evrene diyebiliriz.

Okudu okudu hepsini, hani on yıllık falan tanışız kendisiyle. "Sen hakkatten iyi yazıyorsun, yazar falan olabilirsin" dedi. Gülümsedim. On yıldır tanısa, haydi bir beş altı yıldır yazmayı çizmeyi sevdiğimi biliyor. Çok duru değil mi tespiti, hani biraz geç olabilir de olsun. Olsun.

Hop buradan sana bağlıyorum konuyu. Çok merak ediyorum aslında. Neye, nasıl bir şeye benzeyeceksin diye. Neler seni heyecanlandıracak, neler çok kızdıracak, "hayatta yapmam" dedirtecek, ama sonra yaptığını görüp önce pişman sonra aptal ettirecek. Düşünsene, en başından ta sıfırdan bir yol. Düşündükçe insanın yeniden doğası geliyor mu emin olamıyorum. Tüm bildiklerimi unutmak kaydıyla isterdim yeniden başlamak, ama bildiğim her şey benimleyken, hayatta istemezdim ikinci bir şans sanırım. İnsan, hiç tahmin edemediği hatalar yapıp, kararlar verebiliyor. Sonuçları hiç kestiremediği. O yüzden, hiç bir şey bilmeden başlamak en güzeli. Zaten bu benim engin tespitimi çoktan anlamış olan düzen, çocukları doğurtup, büyükleri yaşlandırıyor olabilir. Saçmalamayı kesiyorum.

Bugün sırtını seyrettik senin. Hep sırtüstü yatıyordun, bugün yüzüstü yatırmışlar. Sen nasıl yaptıysan yüzüstüyken de ayaklarını, kollarını ve hatta o minik sırtındaki tüm kaslarını eğip bükmeyi başardın. Ananen çok korkuyor çok hareketli olmandan. Bana söz verdirdiyor, seni sık sık parka götürecekmişiz ki gazın çıksın. Ben ise dağa çıkmayı planlıyorum seninle. Daha yapamadığım şeyler, göremediğim yerler var Kurabiye. Yoksa bir çocuk neden yapılır söyle bana, senin yapamadıklarını o yapsın, seninle yapsın diye.

Ha önemli bir olayı daha var bugünün. Telefonda birisiyle konuşurken arkadan ısrarla arandım birkaç kez. Konuşmam bitince baktım kim bu ısrarcı diye. Hastane imiş, o an minik hayatın film şeridi gibi geçti gözümün önünden. Kuzey ucundan hop güney ucuna uzandı aniden. "Aaa ondan bahsediyordum şimdi, aaa yok mu yoksa artıkkkk" gibi. Sonra anladım ki bir soru sormak için aramışlar Yenidoğan Yoğun Bakım'dan. Teli gayri ihtiyarı adımı söyleyerek açtım, sonra da ekledim "Kurabiye'nin annesiyim". Hemşirenin adımı bilmediğini, bilmesi gerekmediğini ise onun cevabı ile anladım "Merhaba Kurabiye'nin annesi..." Yani, adım solda sıfır kaldı Kurabiye. Artık sayende yeni bir sıfatım var belli bir zümre için her şeyden önce gelen. Ben bir Kurabiye annesiyim. O kadar. Çok yaşa sen.

Pratik bilgiler:
  • Babalar azar azar, arkadan arkadan bilirler, severler. Olsun.
  • Önünde koca bir hayat var. Ve bunu düşünmek bile çok heyecanlandırıyor beni. Tüm her şey baştan, ta en başından yaşanabilir mi diyorum. Yıllardır oluyor, yine olacak demek ki. Demek ki bugün cici bir arkadaşın dediği gibi dünya benim etrafımda dönmüyor. Tüm bildiklerim, gördüklerim sadece beni bağlıyor. Tüm evrene bakışımı değiştiriyorsun Kurabiye, hem de hepi topu kırk santimlik boyunla.
  • Çocuklarla dağa çıkılacak. Dünya yuvarlak deniliyor, bundan emin olunacak.
  • Kendi kimliğinden vazgeçmek, yeni biri olmak öğrenilecek. En azından bu fikre yaklaşılacak. Babam yıllar önce "Onun için ölür müsün?" demişti. Onun için ölmek demek, onun için yok olmak demek. Vakti geldiğinde yok olmasını bilmek gerek belki de.

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Ara

Garip bir şey fark ettim, not düşmem gerek.
Sen parmak kadar boyunla, aslında her şeyden habersizsin.
Halbuki ben seni, benim bildiğim her şeyi bilir sanıyorum.
Nelerden geçtiğini, geçtiğimizi bildiğini sanıyorum.
Ağlaman, altını ıslatman, süt içmen hep vakarından diyorum.
Bu ev yıkılacak misal sen gelmeden,
Ve sen demek ki burda olan biten hiçbir şeyi,
Hiçbir zaman bilmeyeceksin.
Miş muşla deneyeceğiz ya da hiç denemeyeceğiz.
Benim çok tatlı bir ananem olduğunu da hiç bilmeyeceksin.
Çok garipmiş bu durum.
Benim görebildiklerimi sen de görebiliyor musun?
Sorusu çok mühim bir soruymuş.
Görülmüyormuş.
Herkes, suda kendi başına,
Ve yeniden ıslanıyormuş demek ki.
Her göz, her şeyi kendi görüyormuş.

Yirmialtıncı gün

Bir gün ara verdik. Zaten bakıyorum da, benden başka sadece bir kıvırcık kafa okuyor yazdıklarımı. Gün gün yazmak zorunda değilim demek ki. Şaka şaka, ondan değil. Bir gün önceki mahzunluğumuzdan sonra, dün hemşirelere doktorlara hiçbir şey sormadık ek olarak. Kendimiz gördük sevdik Kurabiye'mizi.

Bugün ise güzel bir gün. Kilo almış  Kurabiye...Kilo derken onlu yirmili gramlardan bahsediyoruz tabi. "Toparladı" dedi daha dün "Yavaş büyüyor bu çocuk" diyen hemşire. Onda da yer etmiş belk ilk lafı. Hiç bir kurabiye annesine, o ne kadar çok ve sıkıcı sorular sorarsa sorsun, "Yavaş büyüyor bu çocuk..." denir mi, denmez, denmemeli. Bak işte hop "toparlamış" bugün işte. Yalan bile olsa güzel değil mi, ki yalan değildir eminim. Toparlamıştır Kurabiye.

Büyüyüp bunları okuyacak mı acaba bir gün. Hoş o gün, blog internet filan çoktan kabuk değiştirmiş, çağ atlamış olabilir değil mi. Ben kesin gerisinde kalacağım, azıcık nostaljik şeyler severse belki göz atar. "Senin annen onu bunu yazar dururdu yavrucuğum" deriz ona. "Masal yazma kursuna bile gitti zamanında" deriz. Masal yazdı mı yok, ama masal saatlerinde çok eğlendi, başka başka dünyalara gitti, hayaller kurdu durdu. Hop yine bana döndü konu. Halbuki blog kurabiyenin. O dile gelmeli.

Bugün pencereli kata çıktığımızda, yandaki kurabiyeye bakanlar şaşırdı. "Vallahi billahi uyuyordu siz gelene kadar, hissetti sizi de uyandı" dediler. Gözü kapalı ama popo ve kafa dışında her yeri havadaydı klasik olarak. Biz garipsemedik, ama yandakiler garipseyince gerçekten cam ardından geçen hisler olabilir mi diye düşünmedik değil. Biz oldukça çocukça konuşuyoruz yoksa cam ardından, perde kapanırken perdeyle birlikte eğilip-perde bir stor evet- el sallıyoruz ona, onun gözleri kapalı olsa da, oluyor böyle şeyler.

Ben biraz toparlanınca- eh Kurabiye'nin yirmili günleri benim de doğum ertesi yirmili günlerim oluyor, insan toparlandıkça bir gezesi filan geliyor yine yeniden. Ah evet, ben Kurabiye öncesi gezmeyi çok seven bir hatun idim, hatta ona da internetten ilk eşya bakarken bebek gezdireçleri bakmıştım uzun uzun, bağlamalı, kuşaklı ne varsa incelemiştim. Gezicez ya birlikte, noldu ona bu kadar gezmek anlatınca tuttu erken geldi tabi. Gelsin bakalım.

Ne diyordum, gezebilmek için pilli süt sağma makineleri/pompaları arıyorum. Ve yine görüyorum ki, bebek için olan her şey, bilmeyen herkes için koca bir muamma. Markalar ve modeller arasındaki nüanslar kafanızı allak bullak edebilir. "Bu şimdi ne ki benim onun busuna ihtiyacım olsun, ya da olmasın" gibi anlamsız sorular her an sizinle. Nasreddin Hoca güzel demiş, bana eşekten düşen lazım diye. Ben de benden önce anne olma talihine ya da talihsizliğine kavuşmuş birkaç arkadaşı markaja aldım, sordukça soruyorum. Sorularım zaman zaman inanılmaz saçmalaşıyor, biliyorum ama alttan alıyorlar beni sağolsunlar. Misal bugün bir tanesine "Bu çocuk hepimizin, bana yardım etmek zorundasın, evet zorundasın" dedim. Haklı mıyım, yani kendime göre son derece haklıyım.

Pratik bilgi:

  • Hemşire ve doktorların dedikleri her şey ile dağılmamak gerek- sevinmek serbest. Çok soru sormamak gerek, sorularınız saçmalaştıkça verdikleri cevaplar çeşitleniyor. Sizin yanlış sorularınız, aslında o an için bilmenize hiç gerek olmayan bir detayı, en olmayacak şekilde duymanıza, yanlış yorumlamanıza yol açabiliyor.
  • Doğum öncesi ama özellikle sonrası etrafınızda mutlaka birkaç anne bulundurun, sorun da sorun. İnternette ve dükkanlarda kaybolmaktansa, anneliğine, arkadaşlığına, çocuklarının şirinliğine güvendiğiniz birkaç arkadaşınızı soru yağmuruna tutun.
  • Pilli süt sağma makinesi için, artı ve eksileri içeren bilgilendirme, ilerleyen günlerde, birkaç anne yeterince darlandıktan sonra bu pencereden sizlere sunulacak.
  • Hayat güzel, tadını çıkarmak gerek. Hem güzel hem de kısa olan bir şey o. İki gerçeği de hep hatırlamak gerek.

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Yirmidördüncü gün

Bugünden kalan en belirgin anı, yoğun bakım hemşiresinin "yavaş büyüyor bu çocuk" deyişi oldu benim için. Süt sağmalarda çınladı kulaklarımda. Halbuki ben her gün camın ardından onu yarım saat için görürken, nasılsa her gün büyüyor, devleşiyor sanıyordum. Kendine dokunuşu, gerinişi, ayak parmaklarını tek tek kıvırışı, sol elini sol göğsü üzerinde dinlendirişi ve ağzına giren süt borusunu kurcalayışı bana her gün onu çok büyütüyor gibi geliyordu. Ama, yavaş büyüyormuş işte, bağırsaklar henüz tam kapasite çalışmıyormuş, zamanla olurmuş.

Sonra düşünüyorum, annesi oldukça büyük, ya da büyüyor belki halen. Ben de mi yavaş büyüyorum acaba? Ha bir de nöbetçi yoğun bakım doktorunun tabiri var. "Merhaba, ben Kurabiye'nin annesiyim" diyorum, "Kurabiye mii, hmmm, haaa, küçük bebekkkk" Ya evet, öyle de denebilir belki. İsimlerle aklında tutmak zor olabilir haklı tabi. Bizim kurabiyenin adı, doktor için "küçük bebek", hemşire içinse "yavaş büyüyen çocuk" kalmış. Halbuki adam olup oradan çıktığında hepsinden soracak hesabını. Nereden mi biliyorum, o minicik kutudaki gerinişinden, gözünü kısıp açıp "bugün kimler gelmiş bakalım" bakışından. İki ayağını kaldırıp, poposunu vücudundaki tek sabit nokta haline getirmesinden. Neredeyse eminim hatta.

Pratik bilgi;

  • Bebekler her gün kilo verip kilo alabiliyorlamış. Tabi bizim durumumuzda bu gram oluyor da, ben sürekli alıyorlar sanıyorum ilk kilo/gram verişten sonra, ancak sürekli olarak -ya da bizim kurabiye benzeri durumlarda, emin değilim, kurcalamayacağım da- alış veriş sözkonusu olabiliyormuş. Yani, panik yok. Yol uzun, hem dikenli hem gökkuşaklı. Tadını çıkarmak gerek.


24 Ağustos 2014 Pazar

Yirmiüçüncü gün

Bugün, kurabiye çocuğun hayatımıza katılışının, ya da kendi hesabını başlatışının yirmiüçüncü günü. Düşününce hiç de yirmiüç geçmiş gibi gelmiyor kendi açımdan.

Erken doğan bir bebek kurabiye çocuk. Hastanede yoğun bakımda, benzeri birçok kurabiyenin bu süreci başarı ile atlattığını biliyoruz. O yüzden iyi örneklere tutunup, çok da kurcalamıyoruz. Süt diye büyülü bir şey var, deniyor ki moralden ve yorgunluktan çok etkileniyormuş. O yüzden annelerin hiç üzülmemesi, hiç yorulmaması gerekiyormuş. Pratikte her iki durum da hemen hemen imkansız olsa da, böyle denildiği için, buna tutunarak gülümsüyorsunuz sanırım. İşe de yarıyor sanki.

Hikayemi çok trajikmiş gibi koyulaştırmak istemiyorum, çok daha büyük acılarla, imtihanlarla sınanan nice insan var eminim. Bizimki de bize ağır geldi, geliyor. Her gün değişen bir ruh hali içindeyim. Hem anne gibiyim, hem değil gibiyim. Memelerimden süt geliyor ve bu beni pekala bir anne yapıyor, ve deniyor ki süt en çok sudan olurmuş. İçilen su; ter, çiş ve sütle dışarı çıkarmış. Bu tuhaf bilgileri birleştirince, her sağma seansı sırasında, garip şekilde kendimi arınıyor gibi hissediyorum. İçimden çekilen, süzülen şey beni temizliyor, belki de hayatımda ilk kez gerçekten iyi ve somut bir amaç için üretiyorum diyorum.

Yine ukalalık olabilir, sadece yirmiküsür günlük bir dönemden bahsediyoruz.

Olayların başladığı güne dönersek, "Lunchbox" filmini izliyorduk, benim uykum geldiği için filmi yarım bırakmıştık ki, gecenin yarısında çok başka sebeple uyanıp takip eden yirmiiki saat uykusuz kalmamız gerekti,. Sabaha kalmasını arzu ettiğimiz doğuma sabaha karşı girerken, narkoz verecekleri an uyuyacağım için bir parça rahatladığımı hatırlıyorum. Ameliyathanedeki titreme nöbetlerimde, kollarımı bağlamalarını çünkü kontrol edemediğimi söylemiştim. Doktor, içinde bulunduğum psikoloji yüzünden bu durumun normal olduğunu anlatıyordu, kendimden korkmuştum. Nasıl bir psikoloji ki bu, hayatımda ilk kez zangır zangır titretiyordu beni, demek ki her yaşta öğrenilecek, şaşılacak bir şeyler çıkıyordu ve belki de hayatı en çekilir yapan yanı buydu. Şaşırmak..

Filme dönersek, evet filmi tamamlamak hiç istemiyor canım. Ve adını nerede duysam, o geceyi hatırlayacağım sanırım ömür boyu.

Kurabiye çocuğu ilk gördüğüm an ve takip eden en az bir hafta en yoğun hissettiğim duygu, koca bir suçluluktu. Öncesindeki yirmiküsür haftada ya da otuzküsür yılda yaptığım tüm büyük eşeklikleri, adilikleri düşünüp duruyordum. Hangisinin diyetiydi ki bu ve ben, parmak kadar bir çocuğu onca alete bağlı ve pancar gibi kırmızı halde bir odada yaşamaya tutunmaya zorluyordum. Nasıl bir azaptı, bazılarının kolaylıkla sahip olduğu bir güzelliğe, ben onca farklı duygu ile biraz biraz yaklaşıyordum.

Hala yazmak, rahatsız edici geliyor. Çünkü halen sonunun neye varacağını bilmediğimiz bir süreçteyiz. Sonra deneyimli anne bir arkadaşımın dedikleri aklıma geliyor. Çocuk sahibi olmanın en belirgin halinin "sürekli bir tedirginlik" olduğunu anlatıyordu bana. Her doktor kontrolünün bir kaygı demeti olduğunu, kayıtsız bir mutluluğun, bir çocukla asla mümkün olmadığını, o dünyanın artık geride kaldığını söylüyordu. Haklı olsun istemezdim ama belki de haklı.

Her yazı bu kadar uzun olmayacak, yazılar daha çok gün gün gidecek, o gün olan yeni şeyler, duygu değişiklikleri, öğrenilen pratik bilgiler aktarılacak.

Bugüne kadarki pratik bilgileri düşünelim bir çırpıda;

  • Günde 2-3 Humana çayı, 3 lt su, 1-2 rezene&anason çayı, 2-3 hurma, dut kurusu ve kuru meyve hoşafı, bulgur, mercimek, dereotu ve her türlü yeşilik süt yapıyor.
  • Evet, anne en çok ve en başta süt yapıyor. Anne = süt
  • Sütün miktarı kadar kalitesi önemli -sütü çok gelip beslemeyen anneler, sütler olabiliyor, ya da doktorlar mamalar için bizleri yiyor ama yenilmeyecek gibi değil, inanıyorsunuz.
  • Kimse sütü az çok demiyor, süt değerli savaş ganimeti gibi,  güzelliği hakkında az konuşulup, herkesin herkesten sakındığı bir mücevher gibi. "Açken sen, sen değilsin" reklam repliği geliyor aklıma sık sık, süt az gelirse koca bir sıfırsın, çok gelirse dünyalar senin, her şey kolay, çorap söküğü ya da terayağından kıl çekmek kadar basit.
  • Süt, yorgunluktan ve moralden çok etkileniyor. Yorulmayacaksın. Üzülmeyeceksin.
    • Üzülmeyi açmak gerek, tecrübeyle sabit ki ağlamak üzülmekten sayılmıyor. Ağlarken sağdığım sütler fena miktarlarda olmadı. Demek ki  neymiş, ağlamak-sebebi ne olursa olsun, bizi rahatlatan, temizleyen, temize çeken şeylerden biri.
    • Hamileliğimde ve sonrasında son yıllarda ağlamadığım kadar ağladım, ne kadar rahatlatıcı bir şey olduğunu unutmak üzereymişim. Çelikten değiliz, üzülüyoruz, etkileniyoruz, bunları yok sayıp, olanı içeri atıp içeriyi nasırlaştırmamak lazım. Bebekler, sıkıntıyı içlerinde tutmamak için ağlıyorlarmış en çok, öğreneceğimiz çok şey olabilir onlardan.
  • Emzirme sütyeni, düğmeli gecelik ve göğüs pedi, yeni anneler için mucize icatlar. Benim gibi anneliği aniden geliveren kadınlar çok acemice yakalanabiliyor duruma. Hastanenin olmazsa olmazı bu üç silahşör olmalı. Doğum ertesi birieri size acilen hurma, ceviz ve Humana getirmeli. Getirmiyorlarsa getirtin, hastane listeninizi/çantanızı oldukça erken hazırlayın.
  • Moralinizin yüksek olması için, size en iyi gelen insanları görmeniz, en mutlu olduğunuz zamanları hatırlamanız, düşünmeniz yeterli olabiliyor. Moral dediğimiz şeyin ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunu görüyorsunuz yine. Baktınız süt arttı - ya da bu benim yeni yetme manyaklığım da olabilir- "a bu olan şey bana çok iyi gelmiş demek ki!" dediğim zamanlar oluyor. Süt bir nevi dilsiz rehber gibi oluyor bana, kendimi daha iyi okumam için.
  • Ve annelerin anneleri, anneniz, ablanız, teyzeniz sağ ise, hangisi en yakınınızsa, doğum ertesi bağırıp çağırmak için yakınınızda bulundurun onları. Nazınız geçsin, siz bağırınca o duvar olsun, sonra kapıyı çalıp elinde hoşafla gelsin "biraz içer misin?" desin. Unutmayın, süt mühim. Süt için bağırıp çağırmanız, ağlamanız, gülmeniz ve tüm bunlar olurken alttan alınmanız gerek ve anneler, ablalar, teyzeler en çok bunun için varlar, sağolsunlar, var olsunlar.
  • Yine bir başka arkadaşımın dediği değerli başka bir bilgiyi de paylaşmak istiyorum. Lohusalığın yirminci günlerinde yarı normalliyorsunuz, kırklarınızda tüm hormonlar normale dönüyor. Olan bitenin geçmesi, sizin ve vücudunuzun yeni düzene uyum sağlaması için izin vermek gerek. Ayaklar yanacak, baş dönecek, hemen yorulunulacak, öksürürken karın tutulacak, göz kararacak. Ama emin olun geçecek.
Kurabiyenin bugün itibariyle durumundan bahsetmemişim, okusa kafama fırlatabilir eline geçirdiği ilk şeyi. Bana mı yazıyorsun kendime mi yazıyorsun ne biçim şeysin sen, diyerek. Ama dedim ya, yarı anne yarı eski ben gibiyim, yeniyetmeliğim bundan olabilir kurabiye, alışacağım.

Evet, kurabiyenin haftaya göz ve TSH muayeneleri var. Her günü ayrı bir heyecan olan bir süreç, bir maraton. Doktorlar hep temkinli, iyi bir haberi ağızlarından zorla alıyorsunuz, bunda belki bizim onlar konuşurken ağızlarının içine kaygı ve sevinçle bakan gözlerimizin de etkisi vardır. Kötü bir haber verecekleri zaman da garip bir rahatlama oluyor sanki yüzlerinde, ya da bana öyle geliyor. "Bu tip bebeklerde bu durumlar çok olası..." diyerek, bugüne kadar görüp geçirdikleri türlü vakayı bir çırpıda gözlerin önünden film şeridi ediyorlar, size de susmak düşüyor.



Kurabiye Çocuk kimdir?

Kurabiye çocuk, beni biraz vaktinden erken anne yapan bir ay parçasıdır. Hikaye biraz onun biraz benim hikayem olacaktır. Yazıp yazmamakta çok tereddüt ettim, ama her gün kendine has süprizlerle geldiği için yamacımıza, ruhumuza, acısıyla tatlısıyla kendime de not düşmek adına, yazmaya niyet ettim. Devam ettirebilirsem gün gün diyeceğim bana ve ona olanları. Büyük amaçları, hedefleri yok bunun, aklıma içime doluveren cümleler uzayda bir yerde asılı kalabilsin diye, yazı kadar şaşırtıcı az şey var diye, ömürler el verir, günler uzarsa, çok sonraları okuyup hatırlamak için de bir parça belki de...