31 Temmuz 2015 Cuma

Üçyüzaltmışikinci gün

Tam bir sene önce bu saatlerde yatağa girmiş idim Kurabiye. Hindistan'da geçen  bir filmi yarım bırakıp rüyaya yatmıştım. Bugün işyerindeki abiler hatırladı o günü, sen tam bu zamanlarda doğurmuştun değil mi, dediler. Aslında evet, dedim. Bugün benim son günümdü, bu akşam suyum gelmişti, yarın sabaha karşı hastaneye yatmış, bir sonraki sabaha karşı doğurmuştum, dedim.

Bir yıl çok ama çok çabuk geçmiş...Ne kadar zor, ne kadar narin yollardan geçtiğimiz daha bir canlandı gözümde. O bir yılda hissettiğim, bildiğim birçok şeyin ne kadar değiştiğini düşündüm. Kendimden korktum Kurabiye. Bir yılın bunca çabuk geçmesinden, bir yıl aslında bunca az şey yapmış olmaktan ama bunu hiç farketmemiş olmaktan, aylarca seninle evin içinde dört dönmüş olmaktan. Senin sadece süt içer hallerinden, kış ortası ısınmayan odanda, hasta olmandan ödümüz kopup ısıtıcıları açmamızdan. Seni yıkamayı olay yapmamızdan, hava kararmadan, daha da soğumadan yıkamalarımızdan. Sabahları kan çanağı gözlerle kalkmaktan, uyku denen şeyin yaşam kalitesini ne kadar değiştirdiğini anlamış olmaktan.

Şimdi mi, şimdi kocamansın, doğum kilonu ona katladın neredeyse, doğum boyunu da ikibuçuğa, bacağın kadarmışsın doğdunda. Kaç kilo doğdu diyenlere, 960 gr demenin, gözlerdeki şaşkınlığa gülümsemenin anlamını, pancar ayaklı bir 960'ı cam arkasından gören birileri anlar sanırım. Sen mi, sen hiç bilmeyeceksin o halini. Çünkü ben çektirmedim fotoğrafını kimselere. Çekenlere de silin dedim. Ne acımak, ne acınmak istiyordum çünkü. Sen benim kaderimdin, eşek gibi benim suçumdu erken gelişin. Kıçımın üzerinde oturamadığımdan, senin olman için bunca ısrar ettiğimden, bir düşük, bir kürtaj, bir yapışıklık ertesi operasyon geçirdiğim içindi hepsi. Sana hamileyken oraya buraya gitmeyi her şeyden çok istediğim içindi. Kolay bir hamilelik ve kolay bir doğumum olacağına, ben bir şeyleri aşkla yaparsam, sana da iyi geleceğini kendi kendime söylememdendi. Senin ayrı bir birey, ayrı bir dünya olduğunu kabul edemememdendi biraz. En koyu duygu suçluluktu erken doğumunla beni saran.

El kadar bir kızarıklığın onca hortuma bağlı mücadelesinin sebebi olarak, karnı yarık ve tekerlekli sandalyede senin cam arkana taşınan bir kadındım. Yoğun bakım doktorun uzun süre gülümsemedi bize, umut vermek istemedi. Beyin kanaması geçirebilir, umutlanmayın dedi. Ne dileyeceğimi bilemedim ben günlerce hepimiz için. Acı bile çekse bunu henüz bilmeyen, ama bizi türlü türlü duyguya avuç içi kadar haliyle sürükleyen bir şeydin sen.

Onlarca kontrolden geçtin, beynine baktılar, midene baktılar, ciğerlerin açıldı sonra, kafandan oksijen maskesi çıktı. Sonra aniden geri geldi o maske, susturamadılar beni camın öte yanında. "Dua et", dedi diğer bir Kurabiye babası, kolumu sıktı ve "Dua et" dedi. "Acı çekmesin n'olur" diye dua ettim en çok senin için o zamanlar. Şimdi de "iyi insanlar çıksın karşısına" diye ediyorum. Umudun kırılmasın hiç olur mu annecim, hayalin, coşkun kırılmasın. Dünyayı değiştirebileceğine inan hem, aşkla yap napıyorsan, bişilerin bir yerlerin birilerinin hep sana iyi geleceğini bil.

Çok zor yollardan geldin Kurabiye, çok güzel olsun bundan sonraki her anın.

Ağladığında, uyumadığında kendimi kaybediyorum bazen. İdare et beni de olur mu, anne doğmadım ben, annelik ne seninle öğreniyorum, nasıl bir anneyim sende görüyorum. Sen benim elimden tutmaya devam et, beni adam etmeye, içimdeki iyiliği açığa çıkarmaya devam et. Gece uykularım senin olsun, kolum, bacağım, göğsüm sana iyi gelsin. Sıran geldiğinde git, o zamana kadar ne zaman ne kadar istersen al beni. Beni doğur yeniden.

Mutlu yıllar Kurabiye...


29 Temmuz 2015 Çarşamba

Üçyüzaltmışıncıgün

Güzel gözlü teyze ile buluştuk bugün. Onun da bir miniminisi var. Aynı aylarda miniminileri olan annelerin görüşmesi gerçekten çok iç açıcı, ferahlatıcıymış Kurabiye. Birbirimizi eskisinden daha bile iyi anlıyorduk. Sizlere ve kendimize sorduğumuz sorular çok benziyordu birbirine. Gülüp eğlenip, yalnız olmadığımızı birbirimize hissettirip ayrıldık diyebiliriz.

Hayat abla'yla parka götürdük bugün seni. Benimle çok gezmiş olsan da, Hayat abla'lı ilk park gezin oldu bugün. Park gezilerini de onunla yapınca artık pabucumu iyicene dama atar mısın bilmiyorum tabi.

Sonra bugün ilk defa semizotu yedin, yani yemişin. Derin bir oh çektim içimden. İnşallah gerisi gelir kolaylıkla.

Sıcaklar devam ediyor, seni her gece yıkayıp, tüm camları her gece ardına kadar açıp, odanda vantilatör döndürmeye devam ediyoruz. Ara ara düşünüyorum da, sen doğduğunda da hava böyle sıcaktı, eh bir yaşın da olmak üzere olduğuna göre mevsimin haline çok da şaşırmamak gerek herhalde.

Öpüyorum seni kıvrık ayak parmaklarından...

27 Temmuz 2015 Pazartesi

Üçyüzellisekizinci gün

Az sonra anlatacağım olay olurken, sana bunu yazacağımı hayal ediyordum Kurabiye. O yüzden şimdi tutmayın beni...

Son günlerin popüler yoğunluğuyla annen işyerinden çıkmışken, babana ulaşamayıp yan tarafında oturan bir başka babaya "sana uzmanlık sorusu, madem kocama ulaşamadım" diye başlayıp memeleri tutarak devam ederken, "Kurabiyeye kahvaltı için süt sağamadım, şimdi sağıp mı eve gideyim, yoksa direkt gidip evde mi sağayım" derken, o bana "yarın geç gel olmaz mı?" diye akıl vermişken, ben ona "toplantı var, nereye geç geliyorum" demişken, hepsine rağmen aslında anana o pek matah müdürlüğü vermemişlerken, annen taksiyle eve dönerken, taksiciyle gündem üzerine atıp tutup, nolcak bu memleketin hali anlamadım gitti derken, adamcağız tam beni indirirken, bana dönüp "gülen yüzünüz ve hoş sohbetiniz için teşekkürler" demesin mi. Kocaman gülümsemesin mi annen... Baban nargile kılıklı elektronik sigarasını pofur pofur tüttürürken, dışarısı bildiğin 40 derece sıcak olup, gece onda yerden alev kalkarken, annen üzerine en rahat bluzunu, altına da en paspal eteğini giyip şıpıdık şıpıdık sokağa çıkmışken ve sen yeni arabandan bana kocaman gülümsemişken, hayat bir parça güzel olmasın mı?

Ve hatta annen bugün terapistini bir yoklamak için aramışken, "vallahi kendisi bugün izne ayrıldı, bir dahaki ayın yirmidördünde gelecek, o güne not düşelim isterseniz"i duymuşken, koca bir kahkaha patlamasın mı, "o tarihe kim öle kim kala dimi ya, o zamana kadar ben neler ederim kimbilir" demesin mi. Ve tabi tüm bunlar senin e tabi dolayısıyla benim 5'i 20 geçe uyandığım bir sabahın ertesinde olmasın mı...

Sen hele bi büyü de içelim karşılıklı, olur mu Kurabiye. Şimdilik öptüm banyolu, masajlı parmak uçlarından...

26 Temmuz 2015 Pazar

Üçyüzellialtıncı gün

Bugün sıcak bir gün oldu Kurabiye. Ve hatta bu hafta öyle olacakmış. Gece uykuya zor dalmanın sıcaklarla ilgisi olabileceğini düşündük. Umarız kalıcı olmaz haleti ruhiyen.

Emeklerken videoya çektim seni. Yeni yeni öğrendiğin hareketlerin, amacına ulaşmana yardım ettiğini farketmenle, canın istedi mi can havli hareket etmen nedense duygulandırdı beni. Babana kalsa ona buna ağlıyorum bu ara, hassas bir dönem diyelim. Senin o kendinden geçmiş, elinde olsa koşturup, ananın kırmızı kordelaya bağladığı halkaları alıverecek halin duygulandırdı beni.

Çok da yazmak gelmiyormuş içimden Kurabiye. Büyüyorsun gözümüzün önünde, sütüm gittikçe azalıyor. Meme diye sevip sardığın şey, artık bir sıcaklık, hadi yumuşaklık ve kokudan ibaret kalıyor sanırım. Biraz şaşırsan da bozuntuya vermiyorsun. Pardon da, nasıl uyuyacaz o zaman, diyorsun birazcık. Bugünkü gibi, yatakta beraber yatıp, senin oraya buraya dönmelerini sakince izleyip, her döndüğün yerde yanında olduğumu hissettirip, seni okşayıp uykuya dalmanı izledim. Diyorlar ki kendine kendine dalınan uyku, daha derin, daha güzel, daha uzun oluyormuş. Göreceğiz. Senin kendine kendine uykuya dalan, o uykuda elini, kolunu, sırtını özenle yatağa yerleştiren halini gördüm ya, bu bana yeter sanırım. En çok bu kalsın bu geceden bana, olur mu...

Çok büyü ama yavaş yavaş büyü, olur mu Kurabiye. Senin gibileri büyüten annelerin bana dediği gibi, her yaşın ayrı bir güzelliği var, öyle olsa gerek. Hepsini yavaş yavaş, tadını çıkara çıkara yaşa.

Öpüyorum seni.

Annen

23 Temmuz 2015 Perşembe

Üçyüzelliüçüncü gün

Bu takvim doğru gösteriyorsa Kurabiye, bir yaşına sandığımızdan daha az zaman kalmış senin. Yazmayalı ya da yazamayalı uzun zaman olmuş. İş güç, gezme tozma, ziyaret miyaret diyeceğim, yiyecek misin bilmiyorum. Toplamaya, açığı kapamaya çalışayım.

Sen artık, biraz komik de olsa emekliyorsun. Mayın tarlasında talim yapan komando havan yok diyemeyiz. Ha istediğin yere ulaşıyor musun, ulaşıyorsun tamam o zaman demek lazım.

Nananana, bababaaa ve dededede şeklinde konuşuyorsun bizimle. Anne mi, onu edalı bakışlarından ve cok cok eden ağzından anlıyoruz, demesen de olur diyoruz, yani diyor eş dost ben demiyorum. Hatta denizde sen yine nananaaa derken benim vir vir ettiğimi gören bir amca "yok yok anne dedi" diyerek rahatlatmaya çalıştı beni, "hayır işte, demiyor" dedim, "diyor diyor" dedi.

Deniz dedim, evet bu defa güzelcene denize girdin sen bizimle. Artık içinde gezgin bir ruh olduğundan, elin ayağın tutunca bizi ardında cısçıplak bırakacağından neredeyse eminiz. Uçakmış, arabaymış, karafatmalı pansiyonmuş, sıcakmış, soğukmuş, terinden rengi değişmiş pusetmiş, komadı sana. Sonra tuttuk, yer bile ayırtmadığımız memleketlere sürdük arabımızı, geldin bizimle. Ahanda denize burada girilir dedik, gülümsedin kocaman. Kumdan köfteler yaptın, suyun içinde dans ettin, kocaman el çırptın. Annecin ek gıdaları birazcık aksattığından hafif kilo verdin, ama Hayat Abla'nın hızır gibi yetişmesiyle açığı kapatacağını düşünüyoruz.

Ananen deden geldi sonra, kocaman gördüler seni. Sonra ananen birara bana acıdı, senin kendine ayıracak hiç vaktin kalmıyor cancağızım, vah vah dedi. O diyene kadar ben kendime bunu hiç dememişim Kurabiye. O deyince bir dokundu ki, sorma. Ho dedim, öyle midir acaba dedim. Hani Kurabiye'ye bakıyorduk, iyi oluyordu, hani ona lazımdık, hani veriyordu rabbim sabrını, kuvvetini. Neydi hani onlar. Ha yap yapabiliyorsan ne istiyorsan, diyebilirsin tabi. Yapabiliyor muyum, yok. Bugün canım biraz sıkkın diye dışarı çıkardı baban misal, ala ala sana ciciler alabildim. Sonra yine asansörde kendimi gördüm, pazen pantolonum, çiçekli bluzüm, ağarmış ve tepede toplanmış saçlarım ve her daim makyajsız yüzüm ve artık güzelcene yerini bulan kilolarımla tam karşımda duruyordum. Resmin en güzel yanı, kocaman gülümseyen bir patates ya da babanın deyimiyle kunduz idi. Seni tatlı kunduz seni.

Tatiller çok güzel Kurabiye. Her yan tatil olsa sıkılır mı insan, bunu denemeden asla ve asla bilemeyeceğiz. O yüzden denememiz gerekecek.

Öptüm yatakta yan yatan koltuk altlarından...

6 Temmuz 2015 Pazartesi

Üçyüzotuzaltıncı gün

Çok ama çok güzel şarkı çalıyor Kurabiye. Aslında neler diyecektim ve şimdi aslında neler diyeceğim, hiç bilemiyorum ondan. Bazen bir şarkı alıp götürüyor beni, sana da olacak mı acaba, olur herhalde değil mi.

Bugün yorgun argın işten geldim, yine senin varlığını neredeyse unuttuğum bir gün oldu. Akşam yolda gelirken dedim kendime, tabi ya, dedim, Kurabiye diye bir şey var unuttun mu dedim. Geldim sardım seni, gözlerinin ta içine baktım. Sen bir insansın dedim sana, başlı başına bir insan. Sanırım seni bazen kurulu bir oyuncak gibi filan görüyorum, halbuki sen bildiğin insansın afedersin.

Bir kitap okuyoruz babanla, diyor ki dünyayı çocuğunuzun gözüyle görmeye çalışın, eğilin ve dünyaya onun baktığı seviyeden, onun baktığı şekilde bakın. Deniyorum. Hareketlerin çok tatlı izliyor birbirini mesala. Kurbağı alıyor, biraz evirip çevirip atıyorsun. Sonra hop balığı alıyorsun, havaya kaldırıp pat diye bırakıyorsun. Göbeğinin üzerinde dönüp uzaktaki sünger adamı alıyorsun. Bir ara ördeği buldun ki, orada hepimizi unuttun, çığlık çığlığa ona ulaşmaya çalıştın, Arada ayakta bile durdun ona uzanırken, camdan yansıyordun, ne kadar heyecanlı ve coşkulu olduğunu gördüm. Sallanan ördek elinden kaçtıkça hoşuna gitti, hem yakalamaya hem yakalamamaya çalıştın. Her yan oyun sana ne güzel...

Geçen haftayı es geçmişim. Hisar'a kahvaltıya götürdüm seni, oradan çalıştığım yere geldin benimle. Hemen her kucakta gezdin, anneyle iki telekonferansa katıldın, ben mail yazarken kucağımda oturdun, yemek alırken kanguruda etrafa baktın. Vapura bindin, dalgalara baktın. Bugün sordular seni, niye yine gelmedi, dediler; bugün evci dedim. Bekliyorlar seni...

Öptüm seni banyolu yanaklarından...


1 Temmuz 2015 Çarşamba

Üçyüzotuzbirinci gün

Bir yaşına gerçekten az kalmış be Kurabiye. Adam oluyorsun utanmasan, yarım dişli ve bezli adam.

Parka gittik bugün, ben çok seviyorum parkları. Sen de sevecek misin bakalım, kanına girmeye çalışıyorum tabi biraz, ordan burdan hop parklara çıkarıyorum seni.

Bugünkü parkta da canlı müzik dinleyip, mavi gözlü bir abla sevdik seninle. Bir de kedi poposuna dokunduk hafif, sonra yandaki ablaları kızdırdık, niye tekmeliyormuşum. Öyle bir kinle baktı ki bana, anladım ki içinde iyilik, şefkat, huzur hiç yok aslında ablanın. Patlattım cevabımı sonra, benim de kedim var dedim, bir de bebeğim var, dedim. Tekmelemedim ayrıca, dedim. Aptalladı bir, e vardı tabi kedimiz, ama sana aldığım yemekleri yalasın, koklasın istemedim haliyle.

Sevdiğimiz abla ile masmavi gözlü, yirmiüç aylık bir ablaydı. Sen de beğendin kanımca, çünkü kurulduğun tahtından yüzünü o tarafa doğru çevirip, sağ el cağzını uzattın kızcağıza, tuttu öptü o da. Aşk böyle bişi işte annecim, bir bakışma, bir dokunma sonrası pır pır. Lüzum var mı, hani çok yok da, herkes bir merak edip giriyor içine, sonra o kedici abla gibi karanlık olabiliyor mazallah. Her şeyi tadında bırakmak, iyi atlatmak lazım o yüzden.

Öptüm şimdi o zaman seni ve sardığın her şeyi...