31 Ekim 2015 Cumartesi

Artıseksensekizinci gün

Güzel çocuk, annen ucundan itina ile tuttuğu bir işi hafif savsaklama moduna geçmiş. Halbuki günümün en anlamlı kısmı sensin en az bir yıldır. Ya sana geliş, ya seni uyutuş, ya seni sarış, ya sana salatalık veriş, ya senle geziş. Hal böyleyken bile, yazmaktan uzak kalmış elim. Var kendime göre sebeplerim, ah ben ve devrik cümlelerim.

Sen gittikçe daha tatlı oluyorsun, veyahut tüm yavru sahibi ebeveynler gibi-buna kedi köpek sahipleri de dahil tabi- sen de bize daha güzel görünüyorsun. Havaların serinlemesiyle ilk montunu, tulumunu almış olduk sana. Bunun birkaç iyi yanı var, artık soğuk gezmemize mani değil bu bir, bu durum beni pek memnun ediyor bu iki, eh sen de üşümüyorsun işte bu da üç, kırmızı çok ama çok yakıştı sana bu dört, babaannenin aldığı bere ve filli masal ayakkabılarınla kostümün tamamlanmış oluyor ve ondan sonra her gün sana cadılar bayramı oluyor hadi bu da beş.

Akşam üstü pazarda avazın çıktığı kadar ağlamaya başladın, ki bu krize bir kere de iki yaşına giren bir abinin doğumgününde çocuklar çılgınlar gibi eğlenirken girmiştin. Şüpheleniyorduk ama artık eminiz, gürültü sevmiyorsun. Belki demiş olabilirim ama senin doğumgünlerini gün batımına karşı rakıyla karşılamaya karar verdik. Baban seni maça götürmeyi hayal ediyordu, onu da terasta bir akşam yemeği ile yer değiştiriverdik.

Gezmek seven ama gürültü sevmeyen ve obur oğlum, seni tezgahın birinden aşırdığımız minik bir dolmalık biberle susturabildik. Biberi elimde iyice ovuşturdum, hiçbir anne örnek almasın, tabi kınamasın da beni ama; o an en iyi yol bu gibi geldi gözüme, veriverdim eline yeşil biberi. Sen de hayatında ilk kez gördüğün dolmalık bibere- evet canım, baban yemek seçtiği için, ben ne kadar sevsemde bu evde biber dolması pişmiyor, anca babaannen bir de her geldiğinde ananen yapıyorlar sağolsunlar- birkaç saniye bakıp, kendisini daha yakından tanımak için ağzına götürdün, nereden parçalarsan içini görebileceğini çabuk keşfettin. Tüm yol oyalandın o mucize biberle, o kadar ki tam bir liralık biber aldım bize, satıcı amcalara da durumu izah etmek zorunda hissettim kendimi. Bebek çok seviyor da ondan alıyorum diye- on taneden yemek mi olur, napıcan bu kadarcık biberi demesinler diye, ah ben ve şu anlamsız hassas, ya da kendini hassas sanan yanlarım.

Sana bebek diyorum ara ara, ama bana hiç bebekmişsin gibi gelmiyor. Bugün yine bir fotoğrafına bakarken aynı şeyi söyledim kendime. sen başka bir gezegenden bizim eve gelmiş konmuş bişiysin gibi geliyor bana daha ziyade. Konuşma konusunda ise kendine göre kuralların var, bir de yürüme konusunda. Yürümemen, konuşmaman ve kendi kendine uyuyamaman ve kakanı beze yapman seni bebek yapmaz gibi geliyor yani. Sen bir insansın, hepimiz gibi. Hassasiyetlerin, korkuların, arzuların, heyecanların, sevinçlerin var, parlak gözbebeklerin, tatlı yanakların, tombik ellerin ve her daim gülen bir yüzün var bir de. Yani hepimizden daha bile güzelsin birçok açıdan. Sana "bebek" demek, anca seni tanımayan amcalara, teyzelere, senin için birazcık imtiyaz istemeye yarar sadece. Sana sütün tazesini, elmanın güzelini ve ıspanağın dirisini versinler diye.

Bugün seni ve beni tanıyan bir ablayla tanıştım. Bizi okuyor olabilir hatta. Hayranmış sana, sana Kurabiye dedikçe birileri, aynı hikayeye inanıyoruz ne güzel, diyorum. Aynı oturma odasında oturup birlikte çay içiyormuşuz gibi, Kurabiye n'apıyor sorusunu soran tüm ablalar, teyzeler çok mutlandırıyor sanırım beni. Tıpkı bizi okudukça gözlerinin dolduğunu söyleyen bazı anneler gibi. O zaman yazı güzel, yazı şaşırtıcı, yazı büyülü, o zaman adam gibi yazmam gerek yaptığın her şeyi, sana olanı biteni.

Bugünün bir diğer yeniliği, dolmalık biberin yanısıra, annenin elinden şalgam suyu ve sumak ile tanışman oldu. Yalnız şalgam acılıymış, meraklı gözlerle içsen de birkaç kaşık, bir yerlerin birazcık yanmış olmalı ki bağırıbağırıverdin içerken, bana bişiler oluyor ama içesim de geliyor, dedin. Kendi kendine yine bir hayat dersi aldın o an. Sana iyi gelen her şey, bir yerde biraz canını yakacak, hem de hemen her zaman annecim. Hep denemek isteyeceksin, hep gitmek isteyeceksin, umarım da deneyeceksin ve gitme cesareti göstereceksin, ama hep birazcık acı da olacak işin içinde. Güzelliği anı ve kenar süsü biriktirmekte olacak bu işin. Tıpkı bugünkü gibi, acılı şalgamı içişindeki hallerinin bende ilmek ilmek işlenmesi gibi.

Öptük seni ayak uçlarından...

22 Ekim 2015 Perşembe

Artısekseninci gün

Düzenli yazma dürtümü kaybetmiş gibiyim. Belki de gecede üç saat gördüğümdendir seni. Bazen bensiz, öyle kendi halinde büyüyormuşsun gibi geliyor. Çalışan anne tripleri mi acaba bunlar. Neyse biz yine de tarihe not düşelim.

Şu aralar, itmeli fil arabanı sürebilmek için pıtır pıtır yürümeye çalışıyorsun. Bugün beni fil arabayı iterek karşıladın. Ayakkabıların nerde, deyince eğilip gösteriyorsun filli ayakkabılarını sonra. Domatesi ve salata suyunu çok seviyorsun. Üzümleri mıncıklayıp atmayı, salatalıkların hepsini bir kerede ağzına sokmayı seviyorsun. Ben sana usulca "aaaaaa" dersem sen var gücünle bağırman yani çığlık atman gerektiğini biliyorsun, ve senle ben böylece çok eğleniyoruz.

Sonra, memelerimle artık pek ilgilenmiyorsun. Başka kadınların zamanı mı geldi, senin için biçim mi değiştiriyorum bilmiyorum. Ama sana süt çıkarmadığında, sen onları haşırt diye ağzına almadıkça hafif bir işlev eksikliği hissetmiyor değilim. Alışırım herhalde. Gece yarıları gözün kapalıyken emiyorsun beni, ama öyle böyle değil, çekiştire çekiştire, yani orada bir insan evladı, ve hatta annen varmış gibi değil de hırsla bişiyi kopartmak için çekiyormuşsun gibi. Sonunda da pat diye bırakıyorsun beni, senle işim bitti çekilebilirsin, der gibi. İyi peki, diyorum ne diyeceğim. Öyle garip bir ilişki.

Herhangi bir yerde henüz değinmedim sanırım ama küçük bir operasyon geçireceksin yakında, onun için iğne olmaya başladın. İğneci teyzeyi artık gayet iyi tanıyorsun, teyzecik kapıda belirdiğinde, Karadeniz'de fırtına kopuyor, yüzünden anlayabiliyoruz. Aslında güleç, tatlı bir teyze, ama sanırım sen onu hiç öyle göremeyeceksin.

Hatta o teyzenin senin ve benim için bir önemi daha var. Sen henüz karnımdayken, ancak seni orada tutmaya devam edebilip edemeyeceğim belli değilken, kanamalarım dursun sen de içeride takıl diye dualarla bana da iğne yapıyordu o teyze.

Öptük seni sağa sola döne döne daldığın uykuların en tatlı, en kuytu yerlerinden...

17 Ekim 2015 Cumartesi

Artıyetmişbeşinci gün

Arada derede irili ufaklı onca şey oldu, ama bana kalsın birazı da değil mi. Günlük sana, yazan el, düşünen akıl bana, değil mi. Dur orada bakalım o zaman...

Sen çok tatlı bir bebek oluyorsun gün geçtikçe. Aşk meşk diyordu bazı anneler, kasıtları bu mu bilmiyorum. Sana baktıkça bakasım geliyor bazen misal. Saçına, kaşına, gözüne, gülüşüne, dudağının kenarına, dişlerine, ellerine, zıplamalarına bakıyorum, bakıyorum. Sarıyorum, sarıyorum. Kokluyorum, burnumu oranda buranda gezdiriyorum. Bazen gizli gizli, bazen açık seçik yapıyorum bunları da.  Hormonlarıma falan filan bişiler yaptığın kesin. Kimse görmese de bişiler oluyor bir anda gibi geliyor.

Ne şanslıyım onunla yattığım için şurada, diyorum. Bu gece de dedim, elini kolunu, burnunu, göz kapağını yanağını okşarken dedim. Ve hatta şu cümleyi hayal etim, bir popon avucumda diğer elim koltuk altının sıcağında olduğu için, henüz sen bunlardan sıkılmadığın, of yeter demediğin için ne mutlu, dedim. Günün, olan biten her şeyin güzelliğine ve çirkinliğine rağmen en güzel yanı, şimdi burada, yanında olmak dedim. Seni uykuya emanet ederken, her yerini minik minik okşayıp sıvazlarken, sen sağa sola dönüp, biraz da buralarımı ov derken, boynumu koklamak için yüzünü oraya gömerken, ne mutlu dedim.

İyi geceler gün kurusu, gece ışığı.

Bugün sana bir doktor amca daha, mucizenin kendisi, dedi. Ve ben yine hatırladım olanı biteni. Ömrün boyunca, omuzların her düşer gibi yaptığında, inancın her tökezlediğinde taşa toprağa, kendi öykünü hatırla. Bu günlük olursa bir yerlerde, seç bir sayfa ilk yüzgününden olsun mümkünse, oku ve anımsa. Mucizelere inanmak istiyorsan, dön oğluna bak demişti çok cici bir teyze bana. Haklıydı, kaç kilo doğmuştu sorusuna gülümsememi sağlayan dokuzyüzaltmışgramlık mucizem benim.

Yolun uzun, aydınlık, neşeli, güzel insanlarla dolu ve rengarenk olsun.

Annen

12 Ekim 2015 Pazartesi

Artıyetmişinci gün

Aslında başka şeyler diyecektim sana. Bir yaşının sana kattığı güzelliklerden, özelliklerden bahsedecektim.

Ama çok acı günlerden geçiyor buralar. Birçok eve, aileye ölüm çok eş zamanlı düşüyor. Sana ne çıkarabilirirm bundan, neyi öğrenmeni, neyi bilmeni isteyebilirim bilmiyorum. Ama doğduğun topraklar, çok acı zamanlarla imtihan ediliyor. Ağzını açanı susturuyorlar gibi bir şey oluyor. Halbuki ben de isterdim seninle meydanlarda olmak. Seni omuzlarımda yükseltirken, inandığım bir şeyler için neşeyle, coşkuyla bağırmak isterdim. Peki bensiz hiç oldun mu oralarda, diyebilirsin. Aslında hayır, ama inanmadığımdan değil, korktuğumdan olmadım. Bugün bahsettim bir arkadaşa, ben hiç 1 Mayıs'ta yürümedim, dedim. Halbuki tüm kalbimle inanıyorum davalarına, davama. Ama yürümedim, çünkü korktum. Bugünlerdeki gibi bir felaketi hayal bile edemezdim tabi ama çok daha azından bile korktum. Coptan korktum, darptan korktum, gazdan korktum, gözaltından korktum. Hakaretten korktum, kopup kafama gelecek taştan korktum. Korktum ve gidemedim.

Seni alıp kaçmak mı lazım buralardan. Ama birileri "İnadına" diyor, o zaman daha bir utanıyorum kaçmak isteyen yanlarımdan. Dokuz yaşında çocuklar ölüyor burada babalarının ellerini tutarken meydanda. Bu baba bu kadar manyak olamaz değil mi, ölümün ö'sünün ucunun geleceğini bilse, sezse, oralarda oncacık çocukla olmaz, değil mi. Belki annesi yoktur diyorum, çocuğu bırakacak yeri yurdu yoktur, diyorum. Yine de ölür mü dokuz yaşında çocuklar, ölmez annem. Ölmemesi gerekir. Doğduğun yerler sana daha güzel günler bırakmalı, bugün sana sordum, kime oy vereceksin oğlum, dedim. Şimdilik oyun salatalıktan yana, biliyorum. Güzel olsun her şey sizler için bundan sonra. Seni uykuya bırakırkenki dualarımda dediğim gibi, huzurlu bir ömrün olsun, iyi insanlarla karşılaşsın yolun, için aydınlansın, kuşların hiç susmasın.

Bir yaşına gelirsek şimdi, eve çıkalı bir yıl oldu güzel çocuk. Bugünlerini hatırlaman için seni sana anlatmam gerek birazcık. Sen sihirli ayakkabılarıyla, kapı önünde kimi görürsen onun peşinden patır patır giden bir masalsın şu günlerde. Sana kim gülümsese ona doğru yürüyorsun, ben de eşlik ediyorum sana. Onlar adam ve kadın adımlarıyla hızlı hızlı evlerine giriyorlar, biz seninle masal adımlarıyla peşleri sıra gidiyoruz, apartman kapısına biz vardığımızda onlar çoktan gitmiş oluyor. Düştüğün boşluğu hayal etmeye çalışıyorum o anda, duraklıyorsun, yanındayım diyorum o zaman sana. Hop yeniden başlıyoruz birlikte. Bir başkasını görüyoruz, bu sefer de onu takip ediyoruz neşe içinde, hem daha şanslıyız, asansörleri gelmemiş, apartman girişinde görüyoruz yeniden onları. Neşe içinde cama vuruyoruz, onlar da gülüyor bize.

Anlıyorum ki insanları, muhabbeti seviyorsun. İçim ısınıyor, her gülümseyene gitmek, yanında olmak isteyen yanlarını alıp içime katmak istiyorum. Sonra birlikte bekçiyi, bahçıvanı, ablayı, babasını, bir başka ablayı ve annesini takip ediyoruz evlerine kadar.

Sonra sarışın güzellik Deren'le tanışıyoruz. O yedi aylık bir çıtır, tam bize göre. Sapsarı saçları ve tombik yanaklarıyla, saçlarını karıştırmak için çıldırıyor parmak uçların, görebiliyorum. İki kangruda karşılaşıyorsunuz, bakışma birkaç dakika sürüyor. Anneler olarak biz tanışmıyoruz ama sizi tanıştırıyoruz. Bu bayıldığımız "biz"li konuşma sürüp gidiyor. "Adınız ne bakalım sizin?" "Kurabiyeyiz biz, ya siz kimsiniz?" "Deren'iz" "Oh ne ala". Aşk aşağı yukarı böyle bişi işte annecim. O avuçlarını kaşındıran saç karıştırma arzusu gibi bişi, ya da göz bebeklerini büyüten tombik yanaklar gibi. Ya da kanguruda tepinmene, ona doğru yönelmene yol açan kimya değişikliği gibi. Oldukça geçici ama yine de güzel bir duygu.

Sen henüz bir yaşındasın. masal pabuçlarınla, ellerimi tutarak yürüyebiliyorsun, Altıya yakın dişin var, salatalık ve domatese hastasın. Kokumu ve zıplatılmayı seviyorsun. Legoları birbirinden ayırabiliyorsun, alkış, merhaba ve bazen de baş baş yapabiliyorsun. Çok güzelsin bir de, saçına, kaşına, gözüne baktıkça bakası geliyor insanın. Ömür uzatan cinstensin. Duvara, damacanaya tutunup yükselebiliyorsun bir de. Masaj yapılmasını, ninni söylenmesini ve kocaman burunlu filin hikayesini dinlemeyi seviyorsun. Ve ben de seni seviyorum.