22 Mayıs 2016 Pazar

İkiyüzseksenyedinci gün

Tatile gittik geldik Kurabiye. Hafif tatil sonrası sendromlusun. Uyku, yemek ve mızmızlanma saatlerin ve sıklıkların hafif değişti. Ben ayağımı sakatladım yine biraz. Sen de kucak da kucak diyorsun, o zaman azıcık daha çok sızlıyor ayağım. Ama seni kucağıma alır almaz öyle bir susuyor, sakinliyor ve ağaca kenetlenen bir hayvancık gibi sarıyorsun ki beni, hani böyle canım yanmaktan kopmadıkça hayır demek istemiyorum sana.

Şimdi uyuyorsun zamansız öğle uykunu, ben de daha fazla geciktirmek istemedim yazını.

Neresinden başlamak lazım acaba, deli deli koşmaların, yağmurda çamurda, güneşte, kumda, rüzgarda, beni aptallaştırıyor Kurabiye. Tatilin en iyi yanı neydi diye düşünüyordum az önce koltukta. Birçok an geliyor gözlerimin önüne. Kumun içinde, babacının bize bulduğu uçsuz bucaksız bir kumun içinde, saatlerce ve saatlerce bir o yana bir bu yana koşman, dolanman, kumdan kale yapmaya çalışman, kumun göbeğine pipin üzerine oturman, deniz analarına bası bası vermen sahilde, ne olduklarını henüz bilmeden, kamyonuna su doldurmaya çalışman,  kovanın tersine pat pat vurman, terliklerini taşıman yardım için, kaka yapman kumun içinde, yat değiştirelim bezini deyince, yatman boylu boyunca. Köpeklere hav demen, ekmek vermen, top vermen, onlar koştukça, onlar yedikçe sevinmen çocuklar gibi, sen gibi yani aslında...

Yağmurda kafana illa ki kapşonunu istemen, yağmurluğu üstüne giymesen de bitirim halinle kafana kafasını geçirmen, koşman sulara bata çıka. Dizlere yeni minik yaralar açman, uf olunca hafif bi vurman diz kapaklarına, bana bir öptürmen, sonra oyuna devam etmen. Ne metin çocuk dedi birisi sana, durdum düşündüm ben de, öyle misin acaba diye. Bana göre olduğun onlarca şey var ama biri de metin olman mı acaba. Hiç ağlamadın düşüp kalktığında evet, bir öpmemiz yetti hep sakinleşmen için. Metin çocuk Kurabiye.

Sonra saçlarını kestirdik senin. Tam da hayal ettiğimiz dibi, Geyikli'de bir mahalle berberine, hem de Eyvah Eyvah berberine yaptırdık ilk saç traşını. Amca dükkanı kapatıp gitmek üzereyken yakaladık. Yapabilir misiniz acaba, daha önce hiç kestirmedi de, huysuzlanabilir hani, dedi. Gel gözüm gel dedi tombik amca. Berber sandalyesine bir tahta koyuverdi sana taht olsun diye, oturmaz ki oraya deyip gülümserken biz, eliyle işaret etti çocuğu getirin diye. Ve sen bayıldın tahtına, ve boynuna bağlanan turuncu berber önlüğüne, sapsarı saçların on dakika içinde döküldü yerlere, aynada bir kendine bir bize meraklı bakışlarla bakarken sen. Berber amca kafanı sağa sola eğdikçe, ciddiyetini nuhafaza edip yol verdin eline koluna. Saçından bir tutam aldım, sen mi, sen hafif bitirim bir çocuk oldun. Ay parçası gözlerinin güzelliği daha bir aydınlattı yüzünü. Senden sonra baban da traş oldu, utanmasam ben de bile olabilirdim bu anının parçası olabilmek için. Ama yöre halkı, her ne kadar şalvar giymiş de olsa, mavili saçlı ve parmak arası terlikli, ha tabi bir ayağı sargılı ve topallayarak yürüyen bir kadının orada traş olmasına henüz hazır değildi. Yani sanırım.

Varlığın bana çok iyi geliyor Kurabiye. Büyümüş hallerini hayal etmekte zorlanıyorum, içim ürperiyor biraz düşündükçe. Ama sonra düşünme diyorum. Düşünmenin çoğu zaman kötü bir şey olduğunu söyleyen bir kitap okuyorum. Yıllardır bişileri yanlış mı yapıyorum diye şüpheleniyorum bazen. Anın tadını çıkarmayı, andan aldığımız huzurla ölçüyor kitap. Ben bu tatilde çok huzurlandım Kurabiye.

Babana da, sana da binlerce şükran. Her şeye uyumlanan, her yerde gülecek, gülümseyecek bir şeyler bulan sana, dalgaya, kuma, rüzgara, çayçı amcaya, garsona, mahallenin delisi ablaya, eli boyalı boyacı dedeye hep bir şeyler anlatan sana, ellerini iki koca yumruk yapıp göğe kaldıran ve kocaman gülümseyen sana, arabaya binince arka koltukta kendi kendine oynayan sana, araba durunca neşeyle el çırpan, emniyet kemerini açmam ve ayakkabılarını giydirmem için bekleyen sana binlerce şükran...

Mucizelerin bir tanesi, iyi ki geldin buralara. Ben mi, ben seni çok seviyorum. Tatlım diyen dillerinden, eliyle kocaman öpücük veren dudaklarından ve kollarımda uykuya dalan yanaklarından sarıyorum seni. Bana huzurumu geri buldurduğun için, minnettarım sana. Ve her daim kendinden huzurlu babana. İki elimden tutup kaldırdınız beni, indirmeyin yeryüzüne bir daha.

https://www.youtube.com/watch?v=Us7inGWrFys&index=2&list=RDFOh6vqJfV6o

9 Mayıs 2016 Pazartesi

İkiyüzyetmiş dördüncü gün

İkinci anneler gününü geride bıraktın Kurabiye. Daha doğrusu ben öyle yaptım herhalde, sen henüz naptığını bilme çağında değilsin, unutuyorum bunu.

Dayın gelmişti, onu yolcu ettik bugün memleketi Norveç'e. Çok sevdi seni, çok güzel foturaflarını çekti. Sen böyle, sana baktıkça insanın içini, gözünü gönlünü açan bir şey oldun. Ama sosyal ortamlardan kaldırdım foturaflarını. Ne zaman çok tatlı diyen sayısı artsa, hemen bir maraz çıkıyor çünkü, eminiz artık. O yüzden tüm foturaflarını kaldırdım oradan buradan. Tabi  yine dayanamayıp koyabilirim cümle alem görsün diye bu güzelliği. O zamana kadar bizde kalsın dayının çektiği efsane foturaflar.

Aşk gerçekten birkaç farklı şekilde vücud buluyorsa şu fani hayatlarımızda, o şekillerden biri senin suretin, yanağın, sesin, gülüşün, koşuşun sanırım benim için. Pipin bile çok güzel bana sorarsan, ama onu da beğendiğim anda dürtüyorum kendimi, mümkün olsa çimdik de atacağım, kadın dur, tam şu an saçmalıyorsun, kendini kaybediyorsun diyorum. Neyse bu kısmı geçelim. Başka şeyler anlatacaktım sana.

Bu arada, kıvırcık saçlı bir amcan, benim bu lafa pek zor girmelerimi tuhaf bulduğunu söylemişti bir ara. Bu benim yapım sanırım birazcık. Sana hem yukarıdakileri hem de aşağıdakileri demek istiyorum. Kafası çoğu zaman karışık ve bu yüzden saçları hep kıvırcık bir kadın da olabilirim. Sen sarıya kestikçe, ben de tepki olarak mavi attırıyorum saçlarıma, güzel oluyor. Bir masaldan fırladığımıza emin oluyorum o zaman. Sarı oğlanla mavi kadın...

Bugün Merkür Güneş'e çok yaklaşmış. Ne dilersek olurmuş, o yüzden ne dileyeceğimizi bilmek gerekiyormuş. Ben bildim kendime göre, sana bana, ona buna diledim bir şeyler. Sonra sana dilediğim her şeyi bir düşündüm, belki de dedim olmak istediğim insanda ne bulunsun istiyorsam onları diledim elemana. Emin olamadım bu durumdan, çünkü bana pek benzemiyorsun aslında. Yani tip olarak değil, o benzemezliği bir kabul ettik, sindirdik zaten.

Sen bana göre, sanki böyle daha neşeli, daha tatlı, daha dingin bir adamsın, insansın. Ama neşeli mi neşelisin, konuşmayı, paylaşmayı seviyorsun. Evrendeki ve herhangi bir parktaki her yaştan çocukla konuşmak, hepsiyle dokunarak anlaşmak, her birine gülümsemek istiyorsun. Sonra bir yerden bir top çıkıveriyor ve her şey tılsımlı tozlar değmiş gibi dağılıveriyor. Kocaman gülümsüyorsun koşarken.

Bunların hiçbirini hatırlamayacaksan da ben sana haykırmak istiyorum Kurabiye, sen plastik bir topun peşinden koşarken, kocaman kahkalar atıyorsun oğlum. Topa koşarken de, vururken de, vuramazken de, takılıp düşerken de çığlıklar atıp gülüyorsun. O halin bana çok iyi geliyor. Anda olmasını bu kadar kolay becerebilen, katıla katıla gülebilen yanın beni hayran bırakıyor.

Asık suratlı onca çocuk var parkta görüyoruz, oyuncak kavgası eden haydutlar var biliyoruz.  Hatta seni sevmediğini haykıran kendini bilmez dobiş kızlar var, onu da biliyoruz. Ama sen nolur, bu coşkunluğunu, bu içtenliğini, bu içten gelen sevecenliğini hiç kaybetme, ondan hiç uzak düşme olur mu. Bunun için, bunun hayat boyu yolunu aydınlatması, sana güç vermesi için. benden ne lazımsa iste, olur mu. Yeme içme, de bana, tamam diyeceğim. Yatma kalkma, de bana, yanında olacağım.

Çok güzelsin Kurabiye, bir ömür boyu, huzurlu, sağlıklı bir ömür boyu, böyle güzel bak hayata.

Öptüm zor dalan uykularının renkli rüyalarından.



3 Mayıs 2016 Salı

İkiyüzaltmışsekizinci gün

Bugün, yani daha doğrusu dün, tatsız bir gün oldu Kurabiye. Sen hasta oldun özetle, ve ben yani babanla biz napacağımızı bilemedik. Çünkü hasta olduğunu kabul etmemiz, idrak etmemiz bile oldukça uzun sürdü.

Ben seni hırpaladım durdum, yemiyorsun diye, yüzüne bile hafifçe vurmuş olabilirim, kaşığı zorladım, ağzını açtım ve ağzının sağı solu kızarık iki gündür. Hayvanlığım için utanç içindeyim, ama geçmedi henüz yüzün. Yani belki de düşüp durmaların yüzünden oldu ama olsun, hazır bir suçluluk duyma vesilesi var iken, sebeplenmem lazım Kurabiye.

Şimdi gülsem de gülebilsem de pek öyle edemedim dün güzel çocuk. Sen bütün gün huzursuzdun, bağırdın çağırdın, yemedin içmedin, onu istedin, bunu istedin. Kucak dedin, başka da bişi etmedin. Ben kovaladım seni, al bunu başımdan dedim babana, sana bağırdım bas bas. Senden daha çok çıkabiliyor benim sesim bak, dedim. Ne anladın bilmiyorum, ne anlatmak istedim onu da bilmiyorum gerçi...

Her şey, ne olduysa nasıl olduysa akşam olunca farklı göründü nihayet gözüme. Bütün gün bir derdin, ağrın sızın vardı içinde. Ne olduğunu bilmiyor ve onunla baş edemiyordun. Korkuyorum diyordun bildiğin tüm dillerde bana, korkuyorum anne, ne oluyor anlamıyorum ve çok korkuyorum, diyordun. Beni bırakma diyordun, soğan da soysan beni tut, yürüsen de beni tut, kucağında tut diyordun. Yemek yiyemiyorum, su içemiyorum, bana neler oluyor bilmiyorum, diyordun. Bunu nasıl mı anladım, Hiç yemek yemeden, gözlerin kapanmak üzereyken ama kucağımda inmeye ödün koparken anladım. Kafanı göğsüme dayamak istedin, rahat edemedin, geri atmak istedin rahat edemedin. Yatağa koyayım dedim, istemedin. Ve bitap düştün kollarımda Kurabiye. Uyut beni yalvarırım, dedin bana. Ben anlamadım, anladığımda gece olmuştu.

Ertesi sabah çok halsiz, tatsız, Hayat abla'nın tespitiyle "huzursuz" kalkmış idin. Ben uzaklarda daha da huzursuzdum. Naptı, iyi mi diye yokladım sizi, düzeldin çok şükür uzatmayayım.

Benim seni aylar sonra hiç anlamadığım bir yeni gün oldu. İçimdeki dışımdaki her bir yanımdaki hayvanın ininden çıktığını gördüğüm bir gün oldu. Sen huysuzlandığında ettiğim duaların çoğunun benim için olduğunu hatırladım yine. Sakin olabilmek için dua ettiğimi hatırladım. Olamadım Kurabiye. Yaptığım, içimden geçirdiğim, tutup güzel saçlı teyzeye "sakın sakın çocuk yapmayın, bugün yapmayın en azından" dediğim her bir söz için özür diledim yine senden, benden, bizden. Ofis tuvaletinde ağladım üstüne, içtiğim sigaranın yaktığı genzimle kendimden az biraz daha huysuzlanıp ağlayıverdim biraz.

Sonra Hayat abla, "çok şükür daha iyice" dedi, "okudum, üfledim, yedirdim, içirdim, daha iyice" dedi.

Sen bana bakma, dünyanın en tatlı, en sarı saçlı, en güzel gözlü, en "mıisş" kokulu çocuğu olmaya devam et. Ben mi, ben "anne" dediğin bazen de "siıbee" dediğin şeyim. Kıvırcık saçlı ve çoğu zaman fena halde karışık kafalı bir kadınım. On numara değilim ama sana bayılıyorum.

Dünkü hayvanlıklarımın her bir ilmeği için,  tüm köprülerin boyu kadar özür diliyorum...